Ergenekon Davası Üzerine Bir Değerlendirme
Giriş
Türkiye’de 17 Aralık 2013’te yapılan, aralarında iş adamları ve AKP hükümetinin üç önemli bakanının oğullarının bulunduğu pek çok kişinin da gözaltında alındığı yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla AKP hükümeti için de yeni bir dönem başlamış oldu.[1] O günden bu yana daha pek çok yolsuzluk ve rüşvet iddiası ortaya atıldı. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının önce Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a, daha sonra da Başbakan’a uzanacağı, hatta savcılık tarafından hazırlanan ve içinde pek çok iş adamı ve Bilal Erdoğan’ın da olduğu bir tutuklama listesinin Başbakan Erdoğan’ın emri ile engellendiği iddia edildi.[2] Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti 17 Aralık’tan bu yana sürekli olarak polislerin ve emniyet müdürlerinin yerlerini değiştirerek, yargıyı tamamen hükümetin kontrolüne veren yasalar çıkartarak bu operasyonları durdurmaya çalıştı. Bugün ortaya çıkan dinleme kasetlerinde de Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetinin geçmişte nasıl yasadışı işlere bulaşmış oldukları, bizzat Başbakan’ın çocukları ve iş adamları ile yolsuzluk ilişkileri ve nasıl yargıya sürekli müdahaleler yaptığı daha güçlü iddia edilir olmuştur.[3] Peki, bunlar AKP hükümeti döneminde yargıya müdahaleler sadece yolsuzlukları örtme çabaları ile mi sınırlı? AKP iktidarının karanlık dönemleri sadece tarihi yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile mi sınırlı? Başbakan’ın bizzat savcısı olduğunu açıkladığı ve AKP iktidarı döneminin en sansasyonel operasyonları ve davalarından birisi de Ergenekon davası idi. Ergenekon davası, 6 yıllık bir yargılama sonucunda 5 Ağustos 2013 günü karara bağlandı. Gündemden düşmeye başlamıştı ki 17 Aralık 2013’te başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrası bizzat Başbakan, Başbakan Başdanışmanı Yalçın Akdoğan ve önemli hükümet yetkililerinin birbiri ardına gelen itirafları ve iddiaları ile yeninden tartışılmaya başlandı. Başbakan Erdoğan ve çevresi Ergenekon operasyonları ve davasının da aynı 17 Aralık operasyonları gibi Gülen cemaatinin haksız bir operasyonu ve kumpası olduğunu söylemeye başladılar. En yetkili ağızlar devlet içinde cemaatin bir ‘paralel yapı’, bir ‘paralel devlet’ oluşturduğunu ve Ergenekon ve benzeri operasyon ve davalarla Türk ordusu dâhil pek çok insana kumpasa[4] kurduğunu açıkladılar.[5] Bu iddialar yenilir yutulur cinsten değildi.*