Yrd. Doç. Dr. H. Akın Ünver ile Röportaj: Türkiye’nin Oyun Alanlarında Demokrasi İkilemi

Date:

Yrd. Doç. Dr. H. Akın Ünver ile Röportaj:
Türkiye’nin Oyun Alanlarında Demokrasi İkilemi

Demokrasi fikri önemli tarihsel süreçlerde hükmünü sürdürmüştür. İşleyen, dengelenmiş bir toplum oluşturmak için toplumun temellerini insanların gücünde bulması ve insanların özgürlük, hak ve sorumluluklarını güvence altına alması gerekmektedir. Bu tanıma rağmen, son yıllarda, demokrasi hem yerel bağlamda hem de dünya meselelerinin geniş çaplı alanlarında  çok eleştirilmekte ve tüm uluslararası aktörler üzerinde genelleştirilemeyecek, modası geçmiş bir kavram olarak görülmektedir.

Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey) olarak Yrd. Doç. Dr. Hamid Akın Ünver ile Türkiye’nin demokratikleşme konusunda yaşadığı ikilemler üzerine röportaj gerçekleştirdik. Winston Churchill “Demokrasi karşıtı en iyi argüman ortalama bir seçmen ile yapılacak beş dakikalık sohbettir” demiştir. Oy verme davranışının demokratik tercihlerin temel bileşeni olup olmayacağı sorusunun yanı sıra, bu röportajın amacı demokrasinin ana özellikleri hakkında genel bir çerçeve sağlamak ve daha da belirgin olarak Kürt meselesine kendi sınırları içerisinde ışık tutmaktır. H.Akın Ünver, Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Daha öncesinde, Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Bölümü Ahmet Ertegün Kürsüsü’nde dersler vermiş. Michigan Üniversitesi’nin Avrupa Çalışmaları Merkezi ile Orta Doğu ve Kuzey Afrika Çalışmaları Merkezi’nde doktora sonrası araştırmalarını sürdürmüştür. Bu kurumlarda Türkiye siyaseti üzerine birçok çalışmayı kaleme almıştır. Bu çalışmalarından “Türkiye’nin derin devleti ve Ergenekon muamması” isimli makalesi Orta Doğu Enstitüsü tarafından yayınlanmıştır.

Ünver, doktorasını Essex Üniversitesi’nin Government Bölümü’nde tamamlamış ve burada yazdığı “Kürt Sorununun Karşılaştırmalı Bir Analizi: ABD Kongresi’nde, Avrupa Parlamentosu’nda ve TBMM’deki Söylemler, 1990 – 1999” isimli teziyle Orta Doğu Çalışmaları Derneği’nin (Middle East Studies Association – MESA) verdiği Malcolm H. Kerr Sosyal Bilimler Ödülü’nü kazanmıştır. Akın ayrıca Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Türkiye Dış İşleri Bakanlığı, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde kısa süreli çalışmalar yapmış. Essex Üniversitesi’nde  ve Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmıştır.

Röportajın Özeti

“Bence Türk demokrasisindeki temel tarih yanılgısı 1991 sonrasında – Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından – kendisini yenileyememesidir. Soğuk Savaş boyunca Türkiye serbest ve adil seçimler gerçekleştirmesi ve işleyen serbest piyasa sistemini sürdürdüğü sürece ‘demokratik’ olarak sayılmıştır.”

“1999-2002 yılları arasında ülkeyi yöneten koalisyon hükümeti toplumdaki yeni heyecan ve iyimserliği değerlendirme konusunda başarısız olmuş. Bu durum haklarından mahrum bırakılan seçmenin o dönemde yeni kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) 2002 seçimlerinde oy vermesine yol açmıştır.”

“…önemli mesafe kaydetmesine rağmen AKP demokratik kültürünün sınırlarına ulaşmıştır.”

“Kısaca; Türk demokrasisinin yaşamakta olduğu sorun makro-demokratik anlayışın ötesine geçememesi, eleştiri ve muhalefetin güvenlikleştirilmesi ve dokunulmazlık ile güce duyulan açlığın politik kültürüdür.”                 

“Çok partili sisteme geçildiği 1947 senesinden itibaren Türk seçmeni dini söylemleri olan partileri tercih ettiğini defalarca gösterdi.”

“Gerçekten, Mardin’in Türk siyaseti hakkındaki görüşlerinin, üzerinden 40 yıl geçmiş olmasına rağmen, hala birçok dinamiği açıklayabiliyor olması muazzamdır.”

“İslam ya da en azından siyasi/toplumsal muhafazakarlık cazip olsa da, yukarıdaki politikaları bütünlemediği müddetçe kendi başına yeterli değildir.”

“Ekonominin bu şekilde siyasallaştırılması ve ideolojikleştirilmesi devam ederse, AKP’nin merkez ve çevre arasında köprü olma çabaları ciddi bir darbe alacak. Buunun sonucunda da sosyo-ekonomik baskı ile merkez-çevre arasında yenilenecek gerilimleri beraberinde getirecektir.”

“Kürt siyaseti uzun zamandır Türkiye’de bölücülük ve ulusal güvenliğe tehdit kavramlarıyla özdeşleştirilse de, Kürtler siyasi söylemlerini daha da radikalleştirmek yerine çeşitlendirmeyi ve genişletmeyi başarmışlardır.”

“Modern dünyada uzun dönemli büyüme ve kalkınma ancak yenilik (inovasyon) ve toplumsal barış ile mümkün olabilir; bu kavramların ilki sürdürülebilir düzeyde yükseköğrenimi, ikincisi ise üst düzey siyasi ve entelektüel özgürlüklerin ülke içerisinde kurumsallaştırılmasını gerekli kılmaktadır.”

Röportajın Tam Metni

Öncelikle, bu röportajımızdaki sorulara zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ederim. Başlangıç olarak, Türkiye örneğinde demokratikleşmeyi nasıl değerlendirirsiniz? Bu hususta temel sorun sizce ne olabilir?

Bence Türk demokrasisindeki temel tarih yanılgısı 1991 sonrasında – Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından – kendisini yenileyememesidir. Türkiye NATO’nun müttefiki olmak ve Sovyetlerin yayılmacı tehdidini savuşturmak için 1947 yılında tek partili Cumhuriyet sisteminden çok partili düzene geçmiştir. Bunun çok öncesine gidip Cumhuriyet’in 1923 yılında ilan edilmesine veya halifeliğin kaldırılmasını düşündüğümüzde bu sistemsel değişimlerin kriz anlarında gerçekleştiğini; gerekli toplumsal tabandan gelen süreçleri içermediğini görürüz. Yine de Soğuk Savaş boyunca, Türkiye serbest ve adil seçimler gerçekleştirmesi ve işleyen serbest piyasa sistemini sürdürdüğü sürece ‘demokratik’ olarak sayılmıştır.

Philip Robins ‘Suits and Uniforms’ (Takım Elbiseliler ve Üniformalılar) isimli kitabında bu süreci oldukça başarılı bir şekilde değerlendirir; Türk karar vericileri Sovyetler Birliği’nin çöküşünü ideolojik bir bakış açısından uygun bir bağlama yerleştirememişlerdir. 1991, Avrupa ve A.B.D.için ifade özgürlüğü, azınlık hakları gibi ‘insani değerlerin’ zaferi anlamına gelir. Ancak aynı süreçte Türkiye, NATO üyesi olmaktan çok post-Sovyet cumhuriyeti gibi görünmüştür. Bu durumda, kurucu liderinin başlatmış olduğu kültün varlığı, ordunun siyaset veya aşırı bürokratikleşmiş devlet sistemindeki rolü ve Türkiye’nin Batı ittifakı ile siyasi kültür ve devlet kimliği konularında ortak noktalarının az olmasının payı görülebilir.

Öyleyse Türkiye bu açığı 1990’larda, Sovyet tehdidinin sona ermesiyle birlikte ve Körfez Savaşı’nın 1990-91’de patlak vermesiyle kapatabilirdi. İşte o zaman, Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal NATO jetlerinin İncirlik hava üssünü kullanmasına izin vermiş. Buna karşılık, Irak lideri Saddam Hüseyin de 1991 yılında 4 milyon Irak Kürt’ünü Türkiye sınırına doğru zorla yönlendirmiştir. Bu gelişmeler de muazzam derecedeki mülteci sorununa yol açarak 1990’lı yıllar boyunca Kürt ayaklanmasının temelini oluşturmuştur. Türkiye’nin bu ayaklanmanın yaratmış olduğu askeri, toplumsal, kültürel ve demokratik sorunlara etkili bir şekilde yanıt verememesi, Kürt meselesinin aşırı derecede güvenlikleştirilmesine sebep olmuştur. Bu durum da, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile arasındaki demokrasi uçurumunu kapatmasına mani olmuştur. Türk hükümetleri, 1990’lı yıllar boyunca AB üyeliği konusunda adımlar atmaya çalışsa da Kürt direnişi ile doğan güvenlik sorunları Türkiye’nin ‘pretoryan’ bir devletten daha liberal bir düzen haline gelmesini engellemiştir.

Ardından Partiya Karkerên Kurdistan (PKK) lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması ile birlikte Kürt meselesinin güvenlik boyutunu kaybettiği olaylı 1999 yılı sahne almıştır. Avrupa Birliği o yıl içerisinde gerçekleşen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsünü vermiş ve bu da kamuoyunda güçlü bir AB desteğine yol açmıştır. 1999-2002 yılları arasında ülkeyi yöneten koalisyon hükümeti toplumdaki yeni heyecan ve iyimserliği değerlendirme konusunda başarısız olmuştur. Bu durum haklarından mahrum bırakılan seçmenin o dönemde yeni kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) 2002 seçimlerinde oy vermesine yol açmıştır. Bunun karşılığında AKP, yeni talepleri başarılı bir şekilde seferber etmiş ve uzun süredir ihtiyaç duyulan bir dizi reformu hayata geçirmiştir. Bunlardan en önemlisi ordunun siyasetteki rolünün yeniden görüşülmesi olmuştur. Taşralı ve yeni kentleşen seçmenleri başarılı bir şekilde temsil etmesi ve önemli sorunlara (ör. vatandaşların konut sahibi olmalarının sağlanması, onlara istihdam sağlanması ve gelir dağılımındaki sorunlar) çare bulması AKP’nin başarısının ve daha sonra devam edecek seçim zaferlerinin altyapısını oluşturmuştur.

AKP her ne kadar demokratikleşmede önemli mesafe kaydetmiş olsa da, demokratik kültürünün sınırlarına ulaşmıştır. AKP benim kendi deyimimle ‘makro-demokrasiye’ ulaşma yolunda (devlet-toplum ilişkileri, toplumun büyük kesiminin politikleştirilmesi, karar verme süreçlerinin sivilleştirilmesi) başarı sergilese de ‘mikro-demokrasi’  yolunda (ifade özgürlüğü, birliktelik, dinle fazla ilişkisi bulunmayan bireysel özgürlükler) hiçbir istek ve çaba göstermemiştir. Bu soruna ek olarak bir de liderlik etkisi – Erdoğan’ın uzlaşmaz tutumu ile – ‘10 yıl yorgunluğu’ (10 yıldan uzun süre iktidarda kalan yönetimlerin yönetimsel beceri ve kapasitelerinde bozulmalar yaşanacağını iddia eden teori) neticesinde partinin ideolojik duruşunda görülen bozulmalar da bahsedilmesi gereken faktörlerdir.

Kısaca; Türk demokrasisinin yaşamakta olduğu sorun makro-demokratik anlayışın ötesine geçememesi, eleştiri ve muhalefetin güvenlikleştirilmesi ve dokunulmazlık ile güce duyulan açlığın politik kültürüdür.

Bunu belirtirken, dinin bugünkü Türkiye demokrasisi içerisindeki yerinin önemini nasıl değerlendirirsiniz?

Çok partili sisteme geçildiği 1947 senesinden itibaren, Türk seçmenleri dini söylemleri olan partileri tercih edilir bulduğunu defalarca gösterdi. Din, Türk siyaseti için ayrılmaz bir parçadır. Dini özgürlükler, İslamcılar için Türk siyasetinde tutunma noktası olması bakımından başarılı bir toplanma stratejisi olmuş ve AKP’nin kitlelerin partisine dönüşmesinde önemli rol oynamıştır.

Ben yine de dinin Türk siyasetinde uygun bir bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Türklerin doğası gereği dindar olduklarını – veya Fransız ve A.B.D. vatandaşlarından daha dindar olduklarını – iddia etmek güçtür. Burada gözden kaçırılan nokta demografik yönelimlerdir.  Göç kavramı, 1950’li yıllardan beri Türk demografisini ve politik davranışını şekillendirmiştir. Taşradan kente göç yoğunlaştıkça, nüfusun daha büyük yüzdesi yerinden, kökünden koparılmış ve kültürel olarak sarsılmış hisseder. 1980’ler ve 1990’lar bu bağlamda büyük önem arz eder. Onar yıllık bu iki dönemin yan ürünü olarak yükselen siyasal İslam ve buna bağlı olarak kentleşen kitlelerin artan İslami-geleneksel siyaset talepleri gösterilebilir. Yine de, İslam tek başına bu resmin anlaşılması için yeterli değildir. Başarılı bir siyasi parti söylemleriyle kültürel gelenekçiliği onaylamalı, bunu yaparken de kentleşmenin olumsuz etkilerini azaltmak adına büyük konut projelerine önem vermeli, banliyöler inşa etmeli, güvenilir ve etkili ulaşım ağları kurmalı ve bu ağlar aracılığıyla banliyöler ile şehir merkezini birbirine bağlamalıdır. Ayrıca, ekonomik olarak liberal olmalı ve yukarıya doğru hareketliliği, girişimcilik ruhunu ve gelirin yeniden dağılımını desteklemelidir. Bu formül AKP’nin başarısının temelini oluşturmuştur. İslam, ya da en azından siyasi/toplumsal muhafazakarlık cazip olsa da, yukarıdaki politikaları bütünlemediği müddetçe kendi başına yeterli değildir.

Daha teorik bir yaklaşım arayacak olursak, Türkiye’deki demokrasi ikileminin, Şerif Mardin’in ‘merkez-çevre ilişkisinin ülkedeki toplum ve kurumsal yapıları resmettiğini’ belirten teorisi bağlamında değerlendirilebileceğine katılır mısınız?

Gerçekten, Mardin’in Türk siyaseti hakkındaki görüşlerinin üzerinden 40 yıl geçmiş olmasına rağmen, hala birçok dinamiği açıklayabiliyor olması muazzamdır. Orijinal teori de önemli ölçüde genişletilmiş – örneğin ‘çevrenin içinde merkez’ veya ‘merkezin çevresi’ – gibi kavramlar tanıtılmış ve bakış açısı iyice zenginleştirilmiştir.

AKP kendisini ‘ebedi çevrenin’ uzun süredir özlemi duyulan merkeze ulaşması şeklinde pazarlamıştır. Bu, muhafazakar, kırsal, haklarından mahrum bırakılan sosyolojik grupların, sonunda büyük şehirler, siyasi karar alma mekanizmaları ve yukarıya doğru hareketlilik anlamlarına gelen ‘merkeze’ bağlanması demektir. AKP ayrıca, farklılaşan bir başarı düzeyinde, İslam’ı birincil kimlikleri olarak kabul etmeleri koşuluyla Kürt çevreleri de merkeze bağlamayı amaçlamıştır. Yinelenen bu çabayı örneğin Erdoğan’ın demeçlerinde veya son dönemdeki cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında gözlemlemek mümkündür. AKP şehirleşme süreçlerinde inkar edilemez şekilde başarılı bir yönlendirici olmuş, ayrıca kırdan kente göçün önceki dalgalarının beraberinde getirmiş olduğu ihtiyaçları da karşılamıştır.

Ancak, bu sürecin yakın gelecekte bazı engellerle karşılaşması oldukça muhtemeldir. Başlıca sorun Türkiye’nin doğrudan yabancı yatırımlara dayalı ekonomisidir. AKP’nin başarısının baş tacı olan ‘mega projeler’, sürdürülebilir iktisadi kalkınma ve devam etmekte olan altyapı çalışmalarının her biri dış yatırımlara bağlıdır. AKP, başarıyla yürüttüğü Kemal Derviş stratejilerini, üretim veya inovasyon eksenli sürdürülebilir büyümeye çevirmek için bir fırsat yakalamıştı; ancak  bana göre, bu fırsat boşa harcanmış ve 2009 küresel finansal kriz ile birlikte, Türkiye sürekli borçlanma sürecine girmiş. Bu borçlanma da cari işlem açığının yükselmesine neden olmuştur. Bu Türk ekonomisini finansal baskılara ve dış mali şoklara karşı kırılgan hale getirmiştir. Bozulan dış politika ve hükümetin uluslararası finans kurumlarını ve yatırım bankalarını (Türkiye ekonomisinin yükselmesinin arkasındaki kaynaklar) hedef alan gereksiz açıklamaları ile birlikte ele alındığında, bu kurumlar ve Türk hükümeti arasında önemli bir güven eksikliği oluşmuştur. Cari işlem açığını daraltmak için son zamanlardaki teşebbüsler esnasında, hükümet ile Türk ekonomisinden sorumlu teknokratlar arasında da anlaşmazlıklar meydana gelmiş ve kırılganlık düzeyini daha da yukarıya çekmiştir.

Ekonominin bu şekilde siyasallaştırılması ve ideolojikleştirilmesi devam ederse, AKP’nin merkez ve çevre arasında köprü olma çabaları ciddi bir darbe alacak ve bu da sosyo-ekonomik baskı ile merkez-çevre arasında yenilenecek gerilimleri beraberinde getirecektir.

Türkiye’nin yerel demokrasi dinamikleri söz konusu olduğunda ana mesele olan Kürt barış sürecinin Türkiye’deki demokrasi düzeyi açısından önemini nasıl değerlendirirsiniz?

Kürt siyaseti uzun zamandır Türkiye’de bölücülük ve ulusal güvenliğe tehdit kavramlarıyla özdeşleştirilse de, Kürtler siyasi söylemlerini daha da radikalleştirmek yerine çeşitlendirmeyi ve genişletmeyi başarmışlardır. Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, Kürt siyasetinde uzun süreli eğilimlerin; Kürt milliyetçiliği kalıplarının ve bu kalıpların sınırlı etkisinin aşılmasının ve bunların yerine politik söylemleri siyasi liberalizm ekseninde yeniden üreterek toplumun daha büyük kesimine hitap etme çalışmalarının simgesi olmuştur. AKP’nin yükselen toplumsal muhafazakarlık vurgusu ve bunun giderek devlet politikası haline gelmesi korkusu bakımından Kürtlerin siyasi sistem içerisinde taleplerini yeniden konumlandırması oldukça önemlidir. Bu bağlamda ele alındığında, Demirtaş’ın seçimleri kazanamaması pek de konuyla alakalı değildir: kendisi şu anda merkez-çevre kavuşmasının merkezinde yer almaktadır: Türkiye’nin kırsal muhafazakarları daha iyi mikro-yönetim ve makro-demokrasi hedefleri ekseninde merkeze yönelirken, Kürtler ise mikro-demokrasi amaçları doğrultusunda Türk siyasetinin merkezine yol alma çabasındadır.

AKP, Türkler ile Kürtleri İslami söylem altında birleştirme çabası gösterirken, Kürtler mikro-demokratik hedefleri doğrultusunda ana akım Türk siyaseti ve liberalizm ile birleşme yolunu tercih etti.  Ben bu yön değişikliğinin Türk demokrasinin temeli adına çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Peki, Kürtler AKP’nin başladığını bitirebilirler mi? Bu soru ancak Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı görevinin başlamasının ardından AKP’yi kimin ve hangi siyasi tercihlerin yöneteceğinin belli olması ile cevaplanabilir. Ben Erdoğan’ın, ihtiyatsız yanıtları ve ayrıştırıcı söylemleri ile birlikte AKP için taşıması oldukça ‘ağır’ hale geldiğini düşünüyorum, Bu nedenle AKP kendisini eski özünün modifiye edilmiş ikinci bir versiyonu şeklinde yeniden yapılandırma yoluna da gidebilir. Erdoğan halen partiyi bir arada tutan ekonomik çıkarları elinde tutuyor olduğu için belki bu süreç hemen yaşanmayacaktır; ancak ben 2015 seçimlerinin ardından, AKP’nin kendisini kültürel ve ideolojik bakımdan daha az dayatmacı bir oluşum olarak yeniden şekillendireceğini düşünüyorum.

Modern dünyada uzun dönemli büyüme ve kalkınma, ancak yenilik (inovasyon) ve toplumsal barış ile mümkün olabilir; bu kavramların ilki sürdürülebilir düzeyde yükseköğrenimi, ikincisi ise üst düzey siyasi ve entelektüel özgürlüklerin ülke içerisinde kurumsallaştırılmasını gerekli kılmaktadır. Bugünün AKP’si katı muhafazakar siyasi kültür anlayışının ötesine geçememektedir; bu nedenle önemli alanlarda gelişme sağlamak konusunda başarısızdır, zira uzun vadede siyasi olarak ayakta kalabilmek için, bu alanları sahiplenmesi gereklidir.

***

© 2014 Research Turkey. Tüm hakları saklıdır. Bu röportaj referans verilmeden basılamaz, çoğaltılamaz veya kopya edilemez.

Röportajı şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Research Turkey (Eylül, 2014),  “Yrd. Doç. Dr. H. Akın Ünver ile Röportaj: Türkiye’nin Oyun Alanlarında Demokrasi İkilemi’”, Cilt III, Sayı 9, s.46-53, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (ResearchTurkey), Londra: Research Turkey (http://researchturkey.org/interview-with-assist-prof-h-akin-unver-the-democratic-dilemma-on-turkish-playgrounds)

 

ResearchTurkey
ResearchTurkey
AnalizTürkiye

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...