Beken Saatçioğlu Röportajı: “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik şansı oldukça az”

Date:

Beken Saatçioğlu Röportajı: “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik şansı oldukça az”

AB Genişlemesi ve Türkiye’nin Katılım Perspektifi
Röportaj Serisi – 2

Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi’nin (Analiz Türkiye) AB genişleme süreci ve Türkiye’nin katılım perspektifi konusundaki bu ikinci röportajında, İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Beken Saatçioğlu ile görüştük. Saatçioğlu, AB genişleme sürecinde son zamanlarda gerçekleşen gelişmeler ve Türkiye’nin AB’ye katılımı konularındaki düşüncelerini Analiz Türkiye okurlarıyla paylaştı.

Röportajın Özeti:

“Bu yüzden, ilk ve en önemlisi, AB’nin genişlemeye odaklanmadan önce kendi ekonomik sorunlarını çözümlemek zorunda kalacak olması.”

“AB gerçekten Türkiye gibi büyük, Müslüman bir ülkeyi özümseyebilir mi? Bu soru resmi AB belgelerinde işlenmedi ama biz bunun son derece ilgili bir soru olduğunu biliyoruz; özellikle de AB’ye göç konusundaki tartışmalar bağlamında.”

“Bu yüzden, AB bir gün Türkiye’yi kabul etmeye karar verse bile, bunu  Birlik’in Türkiye’yi  hazmetmesini zorlaştıracak kritik AB politikalarında istisnalar ve/veya korunma şartları uygulanarak yapabileceğini varsaymanın daha gerçekçi olduğunu düşünüyorum.”

“(Ayrıcalıklı ortaklık) konumunun özel olarak Türkiye için oluşturulmuş olduğu gerçeğinin, AB’nin konu Türkiye’nin üyeliğine geldiğinde özellikle isteksiz olduğunu yeterince ortaya koyduğunu düşünüyorum.”

“Gerçi herhangi bir durumda, Türk hükümetinin (ayrıcalıklı ortaklık) konum konusunda aşırı derecede hassas olduğunu biliyoruz.”

“AB Türkiye’yi önümüzdeki yıllarda da bekletmek zorunda kalacak gibi görünüyor.”

“Üyeliğe giden yoldaki engellerin iki yönlü olduğunu düşünüyorum: Bir taraftan, Türk hükümeti, özellikle, Türk vatandaşları ve bilhassa siyasi muhaliflerinin temel özgürlüklerini temin etme hususunda reform yapmaya devam etmek zorunda. Diğer taraftan, AB, 2006’dan beri kısmen beklemede olan üyelik görüşmeleri sürecini politikleştirerek Türkiye’nin üyelik yolunu engellememeli.”

“AB’nin, “iyi komşuluk ilişkileri” ölçütü kapsamında, Türkiye’ye Kıbrıs koşulunu getirme hakkı olduğunu düşünüyorum […] Daha  ziyade, yanlış ve adaletsiz olan, AB’nin bu koşulu Kıbrıs anlaşmazlığının diğer taraflarına, yani Kıbrıs Rum Kesimi’ne ve garantör devlet olan Yunanistan’a değil de sadece Türkiye’ye getirmiş olması.”

“[…] Ek Protokol’ün uygulanması AB üyeliğinin bir yükümlülüğünü temsil eder […] Bunun ışığında, uygulamada gümrük birliğinin temin edilmesi için Türkiye, limanlarını Kıbrıs Rum Kesimi’ne açma yükümlülüğü altında. Ancak, Kıbrıs koşulunda olduğu gibi, bu konu da AB tarafından adaletsizce ele alındı.”

“[…] Türkiye’nin üyelik şansı oldukça az. Bu konuda gerçekçi olmanın en iyisi olduğunu düşünüyorum.”

Röportajın Tam Metni:

“Ekonomik kriz sonrasında AB’nin önceliği genişleme olmayacak”

AB içindeki son olaylarla başlarsak, AB liderlerinin Yunanistan’daki ekonomik krizle boğuştuğunu gözlemliyoruz ve burada bile AB’nin geleceği ile ilgili karamsar tartışmalar ortaya çıktı. AB krizin ortasında yer aldığından beri AB genişlemesinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Kriz, AB genişlemesini nasıl etkiler?

Dürüst olmak gerekirse, bu önemli noktada, genişlemenin AB’nin önceliği olduğunu düşünmüyorum. Euro Bölgesi’ndeki kriz ve Yunanistan, İspanya, Portekiz ve bugün özellikle Kıbrıs gibi birkaç üye devletteki ekonomik sıkıntı, kesinlikle AB’nin odağını genişlemeden kaydırdı. Bu  anlaşılır bir şey, çünkü AB sağlam bir temelde ekonomik bütünleşmeye ulaşmaya çok fazla yatırım yapmış olan bir organizasyon. Bu yüzden, ilk ve en önemlisi, AB genişlemeye odaklanmadan önce kendi ekonomik sorunlarını çözümlemek zorunda kalacak. Bu AB’nin, katılım sırasındaki ülkelerin –İzlanda, Hırvatistan ve muhtemelen Batı Balkanlar adayları- üyeliklerini “özümseyemeyeceği” anlamına gelmiyor. Bu sadece, bir sonraki adıma -bu genişlemedir- geçmeden, ekonomik anlamda, tekrar ayakları üstünde durmak zorunda olacağı anlamına geliyor.

Türkiye’nin katılım sürecine istinaden, AB’nin bütünleşme ve  hazmetme kapasitesi AB üye devletlerinin temsilcilerinden birçoğu tarafından ve ayrıca Türkiye ve genişlemeyle ilgili Komisyon raporlarında sıklıkla ifade edildi. AB’nin  hazmetme kapasitesini nasıl tanımlarsınız ve sizce AB kaç tane daha üye bütünleştirebilecek?

AB’nin  hazmetme kapasitesiyle ilgili görüşüm aşağı yukarı Avrupa Komisyonu’nun kavramın resmi tanımıyla aynı doğrultuda: Hazmetme kapasitesi daha çok teknik bir konu; yani, AB bütçesi, politikaları ve kurumları için yeni üyeliklerin uygulanmasıyla ilgili. Eğer genişleme, bu üçünden herhangi biri için potansiyel olarak zararlı olarak değerlendiriliyorsa, o zaman AB’nin yeni üye devletleri hazmetme kapasitesi olmadığını söylüyoruz. Ancak, Türkiye’nin AB’yle olan ilişkilerinden bildiğimiz gibi, kültürel/dinsel boyut da  hazmetme amaçları için önemli. AB gerçekten Türkiye gibi büyük, Müslüman bir ülkeyi hazmedebilir mi? Bu soru resmi AB belgelerinde işlenmedi ama biz bunun son derece ilgili bir soru olduğunu biliyoruz; özellikle de AB’ye göç konusundaki tartışmalar bağlamında.

Hazmetme konusunun AB’nin kaç tane üyeyi  entegre etmeyi düşündüğüne indirgenebileceğini düşünmüyorum. Aksine  hazmetmenin kaderini etkileyen şey, her yeni üyeliğin ekonomik ve bütçesel yönleridir. AB Batı Balkanlar’daki küçük ülkeleri oldukça sorunsuz bir şekilde  entegre edebilirdi. Bu, örneğin yalnızca Türkiye’yi  entegre etmesinden çok daha kolay olurdu.

“Türkiye’nin potansiyel üyeliği, AB üzerinde, 2004’te gerçekleşen on Merkez ve Doğu Avrupa ülkesinin üyeliğinin birleşimiyle eşdeğer bir etkiye sahip olacaktır.”

Türkiye örneğinde, AB’nin hazmetme kapasitesinin üzerinde gereğinden fazla durulduğunu düşünüyor musunuz? AB, Türkiye’yi AB’ye entegre edebilir mi?

Bunun üzerinde gereğinden fazla durulduğunu hiç düşünmüyorum. Türkiye, AB üyeliğine başvurmuş olan en geniş ülke ve bu yüzden AB’nin onu hazmetmek konusunda endişelenmek için her hakkı var. Avrupa Komisyonu’nun kendisinin, Türkiye üzerindeki kendi “etki çalışmaları”nda belirttiği gibi, Türkiye’nin potansiyel üyeliği, AB üzerinde, 2004’te gerçekleşen on Merkez ve Doğu Avrupa ülkesinin üyeliğinin birleşimiyle eşdeğer bir etkiye sahip olacaktır. Evet, Türkiye’nin ekonomisi büyümeye devam ediyor ve buna bağlı olarak da ülke kendisini Euro Bölgesi’nde gözlemlediğimiz krizden korumayı başardı. Ama bu hiçbir problemi olmadığı anlamına da gelmiyor. Şu anda, örneğin Türkiye’nin kişi başına düşen gayri safi milli hâsılası hala Yunanistan’ın gerisinde ve ekonomi çok büyük gelir eşitsizlikleri ve bölgesel farklılıklar tarafından büyük oranda sarılmış durumda. Bütün bunlar, Türkiye’nin muhtemel entegrasyonu söz konusu olduğunda, AB için ciddi sorunlar oluşturuyor. Bu yüzden, AB bir gün Türkiye’yi kabul etmeye karar verse bile, bunu Birlik’in  Türkiye’yi  hazmetmesini zorlaştıracak kritik AB politikalarında istisnalar ve/veya korunma şartları uygulanarak yapabileceğini varsaymanın daha gerçekçi olduğunu düşünüyorum.

AB koşulluluğunun güvenilirliğinde, üye devletler arasındaki ayrıcalıklı ortaklık tartışması ve katılım için politik ölçüt yerine AB koşulluluğunun başka bir ölçüt temelinde uygulanmasındaki artışa dayanan belirgin bir gerilemeye bağlı olarak Türkiye’nin katılım sürecindeki hız 2005’e kadar kayboldu. Türkiye’nin ayrıcalıklı üyeliği hakkındaki tartışma konusunda ne düşünüyorsunuz? AB’nin isteksizliği Türkiye’nin katılım sürecine mi özel ya da Türkiye örneğinde olduğu gibi AB’nin genişlemeye gösterdiği direnci gösteren başka genişleme örnekleri var mı?

Ayrıcalıklı ortaklık statüsü Türkiye dışında önceden hiçbir AB adayına söz edilmedi. Bu, 2004’te Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Hıristiyan Demokrat Birliği tarafından tasarlanmış ve Avusturya ve Fransız lider Sarkozy tarafından desteklenmiş bir statü. Bu kişiler girişimi, AB ile Türkiye arasındaki ayrıcalıklı bir ortaklığın,  Türkiye için diğer üye ülkelere sağlanan olanaklardan yoksun bir AB üyeliğinden – bu, ikinci sınıf AB üyeliği statüsü – çok daha iyi olduğunu iddia ederek savundular.  Bu statünün özel olarak Türkiye için  yaratılmış olduğu gerçeğinin, AB’nin konu Türkiye’nin üyeliğine geldiğinde özellikle isteksiz olduğunu yeterince ortaya koyduğunu düşünüyorum.

Eğer tam üyelik olmazsa, sizce ne gibi seçenekler var? AB üyeliğinin farklılaştırılmış katmanları olabileceğini düşünüyor musunuz?

Açıkçası, biraz önce değindiğim gibi, ortak AB üyeliği (Türkiye’nin AB’yle yaptığı Ankara Anlaşması’nın sonucu olarak 1964’ten beri sahip olduğu) ve tam üyelik arasında bir yerde kalan ayrıcalıklı ortaklık konumu var. Ama konum daha önce hiçbir AB adayına teklif edilmemişti ve bu yüzden, bu noktada daha ziyade teoride öngörülmüş bir şey. Biz hala nasıl  göründüğünü tam olarak bilmiyoruz; bu yüzden ne çeşit bir farklılaştırılmış katmanı temsil edebileceğini söylemek zor. Gerçi herhangi bir durumda, Türk hükümetinin konum konusunda aşırı derecede hassas olduğunu ve şimdiye kadar her fırsatta bu konumu reddettiğini biliyoruz. Bu yüzden, AB konumu eksiksiz bir şekilde tanımlasa ve bir gün Türkiye’ye sunsa bile, hükümet tarafından kesinlikle kabul edilmeyecektir ve bu nedenle benim görüşüme göre bir seçenek olarak değerlendirilemez.

Sizce Türkiye’nin katılım sürecinde AB’nin güvenilirliğini güçlendirmesi için herhangi bir olasılık var mı yoksa hız kaybı, Türkiye’yle bir AB üyeliği adayı olarak nasıl ilgileneceği konusunda çabalamakta gözüken AB için bir rahatlama mı?

Bu noktada, AB’nin Türkiye’nin üyeliği konusunu ele alışında bir tersine çevirme olasılığı konusunda oldukça karamsar olduğumu söylemeliyim. Sonuçta, Türkiye’yi bir üye devlet olarak entegre etmek AB için oldukça büyük bir maliyeti ifade ediyor, bununla birlikte Avrupa kamusal alanı içinde Türkiye’nin kabulüne çok fazla muhalefet var. Bütün adayların arasından, Türkiye, alışılmış bir şekilde en az desteklenen olmuştur. Bu yüzden eğilimlerin kendileri adına konuştuğunu düşünüyorum: AB Türkiye’yi önümüzdeki yıllarda da bekletmek zorunda kalacak gibi görünüyor. Bu AB’nin Türkiye politikası söz konusu olduğunda diğer  alternatiflerin gerçekleşmesinden daha olası.

“Bir taraftan, Türk hükümeti, özellikle Türk vatandaşları ve siyasi muhaliflerinin temel özgürlüklerini temin etme hususunda reform yapmaya devam etmek zorunda. Diğer taraftan, AB, 2006’dan beri kısmen beklemede olan üyelik görüşmeleri sürecini politikleştirerek Türkiye’nin üyelik yolunu engellememeli.”

Kopenhag ve AB mevzuatı ölçütleri bakımından Türkiye’nin uyum performansını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve Türkiye’nin AB üyeliğinin önündeki en büyük engelin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Bu çok büyük ve önemli bir soru. Türkiye Kopenhag kriterlerini karşılamada uzun bir yol kat etti –AB içinde Türkiye eleştirenler  bile bu kadarını kabul eder. 1999’da resmi AB adaylığını kazandığından beri Türkiye (en azından yasama anlamında) önemli reformlar gerçekleştirdi, özellikle AB üyeliği için bir numaralı koşul olan demokratikleşmeye ilişkin. Bununla birlikte, yapılması gereken çok daha fazla şey var. Üyeliğe giden yoldaki engellerin iki yönlü olduğunu düşünüyorum: Bir taraftan, Türk hükümeti, özellikle Türk vatandaşları ve bilhassa siyasi muhaliflerinin temel özgürlüklerini temin etme hususunda reform yapmaya devam etmek zorunda. Diğer taraftan, AB, 2006’dan beri kısmen beklemede olan üyelik görüşmeleri sürecini politikleştirerek Türkiye’nin üyelik yolunu engellememeli.

2006’ya kadar, Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin AB’ye katılımında en önemli ayak bağı olarak ortaya çıktı. AB’nin Kıbrıs meselesine yaklaşımını ve adadaki anlaşmazlıkta uzlaşmaya varılmasının Türkiye’nin AB’ye katılımında bir ön koşul olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu AB koşulluluğunun resmi olmayan bir ölçüt temelinde –resmi politik ölçütün dışında- uygulanmasının bir örneği mi?

AB’nin, “iyi komşuluk ilişkileri” ölçütü kapsamında, Türkiye’ye Kıbrıs koşulunu getirme hakkı olduğunu düşünüyorum. Evet, konu AB’nin 1993’te Kopenhag’ta tanımlanmış haliyle demokrasi koşuluyla bağlantılı değil. Ama, AB’nin potansiyel üye-devletleri arasında iyi komşuluk bağları beklentisi bağlamında konu ile ilişkili ve bu anlamda, koşul tamamen enformel değil. Daha  ziyade, yanlış ve adaletsiz olan, AB’nin bu koşulu Kıbrıs anlaşmazlığının diğer taraflarına, yani Kıbrıs Rum Kesimi ve garantör devlet olan Yunanistan değil de sadece Türkiye’ye getirmiş olması. Anlaşmazlıklar doğası gereği birden fazla devleti kapsayan olaylardır. Ve bu yüzden diğerlerini değil de yalnızca bir tarafı zorlamak adil değil. Bu nedenle Kıbrıs koşulu Türkiye’de çok fazla eleştirildi. 2004 Mayıs’ında, AB Kıbrıs Rum Kesimi’ne üyelik teklif etti ve bu Kıbrıslı Rumların Annan Planı’nı reddetmiş olmasına rağmen gerçekleşti. Bu  Türk hükümeti  içindeki AB adaletsizliği algılarını tetikledi ve böylece Kıbrıs koşulu hakkındaki eleştiriler arttı.

“AB sözünü tutmadı ve Kıbrıs Türklerinin durumu konusunda yapıcı bir yaklaşım geliştirmediği sürece, bence Türkiye haklı olarak limanlarını Kıbrıs Rum Kesimi’ne açmayı erteleyebilir.”

AB’nin Kıbrıs Cumhuriyeti de dâhil olmak üzere tüm yeni üyeleri içeren Katma Protokol’ün uygulanması konusundaki ısrarından dolayı Türkiye’yle AB katılımı görüşmelerinin kısmen dondurulmuş olmasına ve Türkiye’nin bunu reddetmesine ne diyorsunuz? Özellikle Kıbrıs sorununa ilişkin olarak, bu Türkiye’de birçok kişi tarafından tanımlandığı gibi, AB’nin adaletsiz yaklaşımını mı işaret ediyor yoksa sadece diğer üye devletler tarafından tanınması temelinde, bir aday ülke olarak Türkiye’nin bir yükümlülüğü mü?

Evet, teknik olarak,  Ek Protokol’ün uygulanması AB üyeliğinin bir yükümlülüğüdür. Türkiye’nin 1996’dan beri AB’yle gümrük birliği var ve yeni ülkeler Birlik’e katıldığında, gümrük birliğini yeni gelenlere genişletmekle yasal olarak yükümlü. AB üyeliği yükümlülükleri, 1950’lerden beri sürmekte olan Avrupa bütünleşmesi surecine ilişkin tüm yönleri, özellikle ve bu durumda, ulaştırma serbestliği gerektiren tek pazar ve malların serbest dolaşımını içerir. Bu yüzden, bunun ışığında Türkiye, uygulamada gümrük birliğini sağlamak için limanlarını Kıbrıs Rum Kesimi’ne açma yükümlülüğü altında. Ancak, Kıbrıs koşulu örneğinde olduğu gibi, bu sorun da AB tarafından adaletsizce ele alındı. Türkiye 2005 Temmuz ayında, AB’nin Kıbrıs Türk Kesimi’nin ekonomik izolasyonuna son vermek için girişimde bulunması koşuluyla, (Gümrük Birliği’ni Kıbrıs Rum Kesimi’ne genişleten) Ankara Anlaşması’na  Ek Protokol’ü imzaladı. Ama AB sözünü tutmadı ve Kıbrıs Türklerinin durumu konusunda yapıcı bir yaklaşım geliştirmediği sürece, bence Türkiye haklı olarak limanlarını Kıbrıs Rum Kesimi’ne açmayı erteleyebilir.

Türkiye’nin uyum eğilimi ve özümseme kapasitesi gibi AB ilişkili konuları göz önünde bulundurduğunuzda, sizce Türkiye’nin bir gün AB üyesi bir devlet olma şansı var mı?

Benim kişisel görüşüm, yukarıdaki her şeyi değerlendirerek, Türkiye’nin üyelik şansının çok az olduğu. Bu konuda gerçekçi olunmasının en iyisi olduğunu düşünüyorum. Türkiye bir gün üyeliğin koşullarını kusursuzca yerine getirse bile, AB’nin bu konudaki çekinceleri düşünüldüğünde, yine de üyeliğin garantisi yok. Türkiye’nin uyum  derecesi ne olursa olsun, üyelik sonuçta AB’nin kararı ve mevcut tüm AB üye devletleri tarafından oy birliğiyle kabul edilmek zorunda olduğu için siyasi bir karar. Bu yüzden üye devletlerin siyasi değerlendirmelerine dayalı olarak Birlik içinde her zaman politik olarak engellenebilir.

AB genişlemesindeki ve özel olarak Türkiye’nin katılım sürecindeki son gelişmeler hakkındaki görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkürler.

© 2013 Analiz Türkiye. Tüm hakları saklıdır. Bu röportaj referans verilmeden basılamaz, çoğaltılamaz veya kopya edilemez.

Röportajı şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Analiz Türkiye (Mayıs, 2013), “Beken Saatçioğlu Röportajı: “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik şansı oldukça az””, Cilt II, Sayı 3, s.45-53, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (AnalizTürkiye), Londra: Analiz Türkiye(http://researchturkey.org/?p=3268&lang=tr)

ResearchTurkey
ResearchTurkey
AnalizTürkiye

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...