Egemen İdeoloji ve “Öteki” Olanı Bilmek: “Olası” Ermeni Psikolojisine Naçizane bir Cevap

Date:

I. Giriş

Ermeni” psikolojisi diye bir düşünce hakkında yazabilir miyiz veya böyle bir kavramı gerçekten ortaya atabilir miyiz? Dağcı (2012) yazısında bunu gerçekleştirmeye çalıştı. Fakat bunu yaparken, Öteki olanı bilebilmek ve Öteki olana dair bakışımız hakkında önemli bir konuşma açtı. Bu yazıda Öteki olanı bilmek konusunu ele alıyorum. Öteki olanın kendi-tanımlarını kale almaksızın Ötekiyi kesin bir bilgi ile bilmek ve Öteki hakkında gerçeklik ifade etmenin, her ne analiz yolu ile olursa olsun, hem imkânsız, hem de egemen ideolojinin etnosentrik bir dayatması olduğunu öne sürüyorum. Yazıyı Öteki hakkında kendimize dayatabileceğimiz cahilliğin, bilgeliğe giden tek doğru yol olduğunu öne sürerek noktalıyorum.

Devlet, din veya eğitim gibi insanüstü görünen kurumların en önemli görevlerinden biri, hayatlarımıza anlam katmalıdır. Bilgi birikimimizi aşan veya anlamakta zorlandığımız bir durumla karşı karşıya kaldığımız zaman, Tanrı veya ulus gibi metafizik göstergeler yardımımıza koşar ve anlamlar sunarlar. Bu anlamları ise biz istekli bir şekilde kabul ederiz, çünkü anlamsızlık karşısında açılan rahatsız edici bir boşluğu kapatarak psikolojik gerilimi rahatlatırlar.

 

Salgın isimli kitabında, Camus’nun kısmen gösterdiği de budur. Cezayir’in Oran isimli bir kasabasında yayılan bir salgının neticesinde 30 kişinin ölmesinin ardından, kasaba karantinaya alınır. Karakterler ve olaylar böyle bir konu içerisinde gelişmelerini sürdürürken, bir karakter, kasabanın karantinaya alınması karşısında, bir metafizik göstergeyi kullanır. Papaz Paneloux, kasabanın Cizvit papazı, salgının yarattığı bu fırsatı “değerlendirir.” Kasaba ahalisine verilmesi istenen bir konuşmada, insanların bu salgını hak ettiklerini söyler: “Bu bela tarihimizde ilk defa karşımıza çıktığı zaman, Tanrı’nın düşmanlarını cezalandırılması için kullanılmıştı.” (Camus, 1947: 95). Firavunun salgınlarla nasıl yenildiğini anlatarak, çaresiz insanlara anlam verir. Papaz Paneloux, insanları neden olduklarını anlayamadıkları bir olay karşısında yaşadıkları anlam boşluğundan kurtarır ve bu varoluşsal ilacı, ilahi adalet hapı şeklinde insanlara dayatır.

Böylesine psikolojik rahatlıklar sunmak, devletin en önemli görevlerinden biri olmuştur. Hem siyasi hem de sivil toplum aracılığı ile—ki burada Gramsci’nin ikisi arasında ayrım yapmadığı tanımını kullanıyoruz (Anderson, 1976)—Devlet, Hall’un (1980: 172) “egemen kültürel düzen” dediği ve önceden belirlenerek dayatılan toplumsal kategorileri bolca tedarik eder. Böylece devlet, ona tabi olanlara herşeyden çok anlam sunar. İnsanlara ne olursa olsun—salgın, savaş, kıtlık, soykırım—devlet gelir ve olanların Tarnı’nın isteği, ulusal güvenlik, vatanseverlik, ulusal çıkar vb. gibi sebeplerden ötürü meydana geldiğini buyurur.

Dolayısıyla, devlet ve ona tabi olanlar arasındaki anlam ekonomisini göz önünde bulundurursak: insanların anlam taleplerini, devletin aşırı bir bollukla karşıladığını ve bunda en önemli payın anlamın ve bilginin kesinliğine yapılan vurguda olduğunu görürüz. Böyle bir vurgudan gelen tatmin, o an, gerçekten ne olduğunu bilmenin getirdiği anlık haz, aynen abur cuburun sunduğu anlık haz gibi, sağlıksız. Böylesine bir abur cubur bilgi, özellikle işin içine Öteki girince, gayet tehlikeli. Şimdiye kadar incelediğimiz kadarıyla, görüyoruz ki, devlet, Ötekiyi bilmemizi, hem de yakından tanımamızı istiyor. Öteki olanı bilmek, ötekileştirmenin sürdürülmesi için gerekli olan retorik temeli sağlamaktan öte, şiddet için gerekli şartları oluşturuyor—ki şiddetin içine yapısal şiddetten, soykırıma kadar geniş bir yelpaze dahil oluyor. Ronell’in (2008) sözleri ile: “Ötekiyi bilmeyi veya anlamayı varsayamazsın. Ötekini bildiğini sandığın an, onu öldürmeye hazırsındır.”

Öteki bilgisi meyvesine her uzanışımız ve onu her kavrayışımızda, Havva’nın saflığında dahi olsak da, egemen kültürel düzenin kölesi olma günahını işlemiş oluyoruz. Bu yüzden, Ötekiye dair herhangi bir şey bilebilir miyiz? Dağcı’nın (2012) dediği gibi, Ermeni psikolojisini bilebilmemiz mümkün mü? Büyük bir mucize sonrası Öteki psikolojisini bilebilsek bile, bildiğimizi ortaya koymalı mıyız?

II.  Öteki Olanı Bilmek İmkânsızdır

Öteki psikolojisini anlamaya çalışan herhangi bir çaba, psikoloji üzerine ciddi teorik bir tartışmayı kapının dışında bırakmamalıdır. Dağcı, yazısında psikoloji kavramını daha klasik bir anlamda kullanmaktadır. Hisleri, kurban olmayı, düşkünlüğü anlatmakta ve bunları güç, sinir ve düşmanlık ile karşılaştırmaktadır (Dağcı, 2012). Bu tür kavramlar, kişilik ve birey psikolojisinin topluma uyarlanması gibi bir yolda ilerledikleri için, yeni-Freudyen bir düşüncenin yansımaları olarak yorumlanabilir. Bu tür, topluma ve toplumsal ilişkilere Carl Rogers gözlüğünden bakan bir psikolojik yaklaşım, bilinçaltını hedefler ve bir toplumun “özünü” anlamaya çalışır. Buna benzer “birinin veya bir toplumun doğasını anlamak” adına yapılan girişimler ve insanları kurban, şiddet yanlısı, barbar, mutsuz, cahil, aptal diye sınıflandırma çabaları, insanlık tarihi boyunca yaşanan mutsuzlukların ve acıların temelinde yatan sorumlulardan biridir. Ronell’in yukarıdaki sözünü hatırlayacak olursak—“ötekini bildiğini sandığın an, onu öldürmeye hazırsındır”—bilginin kesinliğinin, ötekiyi insanlık dışı, harcanabilir, kötü, hamamböcekleri gibi adlandırmaya ne kadar yakın olduğunu görürüz.

Lacan gibi Frued sonrası yapısal bir psikoloji anlayışı bile daha enteresan bir başlangıç noktası olabilecekken, gerçekten çok daha iyisini yapabiliriz. Ve Lacan’dan daha iyisini yapabileceğimiz ilk başta hakaret gibi gelse de, post-yapısalcı teorinin son on yılda geldiği noktayı göz önünde bulundurmakta büyük fayda var. Her ne kadar böyle bir araştırma için türlü türlü başlangıç noktaları olsa da, neredeyse tüm post-yapısalcı başlangıç noktaları Watzlawick vd.’nin  (1967: 43) sunduğu ve “kara kutu prensibi” denen noktaya dayanır: “İnsan aklının varlığı, sadece en radikal düşünürler tarafından inkâr edilse de, akıl fenomenine dair araştırmalar, onu yapmaya çalışanların acılarından bildiğimiz üzere, akıl dışı Arşimedsel bir noktanın eksikliği yüzünden çok zordur.” Bu sebeple, kendi aklımız dışında bir akıl bilemediğimiz ve ne yaparsak yapalım dünyaya kendi aklımız dışında bakamadığımız için, Ötekinin bilinç altını bilmek gibi bir düşünce gayet absürd kalmaktadır. Öyle bir bakış açısı, çok basit bir ifade ile, yoktur.

Psikolojiyi değiştirmek üzere yola çıkan post-yapısalcı psikologlar Harré ve Stearns (1995) gibi, psikolojiyi söylemsel ve etkileşimsel/iletişimsel alana taşıdılar. Onların radikal fikri şuydu: insanlarda ve toplumlarda “içsel” zannedilen psikolojik süreçler, aslında “içsel” değil. Hatta idraka dayandığı zannedilen mekanizmalar—mesela hafıza, hisler, atfetme, tesir gibi—toplumsal etkileşim ve dil yolu ile oluşturulmakta ve sürdürülmekte. Bir ulus-devlette, mesela, marşlar, milli günler gibi semboller, geçmişte yaşananları, şimdi olanın çıkarına göre yeninden şekillendirdiği gibi, kültürel hafızanın belli bir sürümünü hayatta tutmaktadır. Bu yüzden, her ne kadar çalışırsak çalışalım, Öteki olanın psikolojik özünü bilmemiz imkânsızdır. Onların dilini çalışabiliriz, söylemlerini analiz ederek başka toplumlara dair karşılaştırmalı konumlarını anlamaya çalışabiliriz. Ama psikolojik özleri gibi bir yer, tamamen erişim dışıdır.

Hatta psikolojik öz gibi bir kavramın var olabileceği olasılığını bile ortaya koymak, sorunludur. Bir topluma dair homojen bir varsayım öne sürer ve toplumun her bireyinin belli standartlara uyduğunu zanneder—zaman-mekânsal bağlamsal farklara rağmen. Fakat, dünyada kendi grubunu tamamen temsil eden tek bir bireye rastlamak mümkün değildir. Türkiye’de doğan bir Ermeni ile Fransa’da doğan bir Ermeni aynı mıdır? Ermenistan’da doğan bir Ermeni ile A.B.D.’de doğan bir Ermeni aynı mıdır? Peki, Soğuk Savaş esnasında doğan bir Ermeni ile 2000li yıllardan sonra doğan Ermeni’ler ne kadar benzer? “Ermeni psikolojisi” zamansal, mekânsal, nesilsel, siyasi veya cinsel bağlamlardan bağımsız olarak tüm Ermeni’lere uygulanabilir mi? Tekrardan görüyoruz ki, “Ermeni psikolojisi” diye bir kavramı ortaya koymak imkansızdır, çünkü “Ermeni” diye bir homojen grup yoktur—aynen Türklerin, Kürtlerin, Müslümanların, Yunanlıların, Yahudilerin vb. homojen ve birbirlerinden ayrılamaz bir insan güruhları olmadıkları gibi.

Dahası, böyle kesin bilgiye ulaşma arzusu, düş kırıklığı ve paranoya ile son bulmaya mahkûmdur. Erving Goffman, belki de en etkili toplumsal psikologlardan biri olarak, şöyle söyler:

Bir durumun gerçeklere dayalı doğasını anlamak için, bireyin ötekiler hakkında var olabilecek tüm toplumsal verilere hâkim olması gerekmektedir. Aynı zamanda bireyin öteki ile olan etkileşimlerin gerçek sonuçlarını ve onun hakkında hissettikleri tüm derin hisleri bilmesi gerekmektedir. Böylesine tüm bir bilgi, çok ender şekilde vardır; yokluğunda birey onun yerini—belirti, ipucu, test, jest, konum sembolleri gibi—öngörüsel araçlar ile doldurur. Kısacası, bireyin istediği gerçeklik o anda algılanamaz olduğu için, görünümlere güvenmek zorundadır. Ve, paradoksal olarak, birey ne kadar çok algı ile mümkün olmayan gerçeklik ile kafasını yorarsa, görünümlere o kadar fazla dikkat etmek zorunda kalır. (Goffman, 1959: 249).

Burada, Baudrillard’ın (1994: 14) sözleri ile, “gerçekliği saklayan bir imge”, veya başka bir değişi ile “simulakra” ile karşı karşıyayızdır. Baudrillard’ın açıklamasını takip edecek olursak, “Ermeni psikolojisi”, en fazla Dizneyland kadar gerçek olabilir. İlk olarak, Goffman’ın “öngörüsel araçlar” dediği göstergeler ve ipuçları vardır. Bu işaretler, bizi Öteki hakkında gerçek ve büyük bir şey, onların değişmez “doğası” gibi bir bilgi bilebilmenin yanlış umudu ile doldurur. Bizim Öteki hakkında dayattığımız yanlış yorumumuz ve yorumumuzun temelindeki işaretler, yavaşça, Öteki hakkındaki gerçeğin yerine geçer—belki de onların bizim tahminimizden farklı olabileceği gerçeğinin. Hatta bizim hakkımızda bir gerçeği de saklar: Öteki olanı iyi yorumlayamadığımız gerçeğini. En sonunda, Ötekiyi kendi yarattığımız şekli ile o kadar benimseriz ki, onu kendi isteğimiz şeklinde tanımlarız ve kendimizi o simulakra içerisinde boğarız. Gerçeklik, böylece, Ötekinin kendi hakkında söyledikleri olmaktan çıkar, onu dinlemeyiz bile, dinlesek de inanmayız. Çünkü bizim simulakramız içerisinde, bizim yarattığımız Öteki, onların kendilerine ait fikirlerinden çok daha gerçektir.

III. Öteki Olanı Bilmek İdeolojiktir

Öteki bir kültür homojen bir birim olarak soyutlandığı zaman, “Ermeniler” gibi, bu yapısal, kültürel, psikolojik ve fiziksel şiddetin var olabileceği bir alan yaratmaktadır. Üstüne üstlük, böyle bir soyutlaştırma, yukarıda bahsedildiği gibi, bir algının Öteki üzerine doğrudan bir dayatılmasıdır. Bu aynı zamanda iradeyi Ötekinin ellerinden alır, özellikle kendini belirleme konusunda. Bu Avrupa’nın neredeyse herkese karşı yaptığı emperyalist hareketin, Avrupa merkezci düşüncenin etnosentrik yüzünün, bir yansımasıdır. Bu hareketlerin hepsi, egemen ideoloji sponsorluğunda gerçekleşmektedir.

Althusser’in (1971: 170) dediği gibi, ideoloji hem ritüelleşmiş davranış paternlerinden, hem de bariz olanın günlük dilin sözlüksel birikimde kendi göstermesinde bulabiliriz. Ayrıca, Hall (1980: 172), “her toplum/kültür, çeşitli derecelerde, kendi kültürel ve siyasi dünyalarının klasifikasyonlarını dayatmaya eğilimlidir. Bunlar egemen kültürel düzen inşa eder” demektedir. İdeoloji ve egemenlik üzerine bu iki düşünceyi bir araya getirirsek, egemen ideolojiyi, davranışsal ve söylemsel kalıplarda kendini gösteren dayatmacı sınıflandırmalar olarak tanımlayabiliriz. Türkiye bize böyle bir davranışsal ve söylemsel kalıp sunmaktadır—ve bu kalıp kendini Türkiye’de olan toplumsal ve siyasi hayatta kendini göstermektedir. Başka bir makalede, bu kalıbı “Türk toplumsal ve siyasi kültürünün mutlakiyetçi kalıbı” olarak tanımlamıştım (Erol, 2012). Bu aynı zamanda Kemalizm’in veya ona karşı olan liberalizm gibi anti- duruşların—Türkiye’de uygulandığı şekli ile—birer ideoloji olmadıklarını göstermektedir. Bunun yerine, onlar mutlakiyetçi kalıbın egemen ideolojisi içerisinde kaybolan söylemsel kalıplardır. Yani, söylemsel kalıplar birbirlerini ikili karşıtlar olarak konumlandırırlarken, sadece ve sadece, egemen ideolojinin sınırları içerisinde var olabilmektedirler.

Bu açıdan, Öteki olanı bilmek, mutlakiyetçi kalıbın egemen ideolojik dayatmasının başka bir göstergesi olmaktadır. Gerçekte var olmayan soyut bir grup yaratarak, “Ermeniler” gibi[i], ve bu gruba kendimizin uyun gördüğü bir söylemsel ağ dayatarak, onları aşağı bir şekilde tekrar inşa etmekteyizdir.  Burada, Dağcı’nın (2012) inşa ettiği Ermeni imgesinin doğrudan bir şiddet çağrıştırmadığının altını çizmeliyiz—Dağcı karşılıklı diyalog, anlayış ve şüphesiz tüm iyi niyeti ile empati ortaya koymaktadır. Onun yaptığı soyutlama, ne yazık ki, şiddetin yeşerebileceği dili onaylamakta ve devam ettirmektedir. Soyutlamasının arkasındaki kesinlik, devletin kendi yapısal şiddetini, mesela sınırı kapalı tutarak, haklı çıkarmasındaki kullandığı retoriksel kesinliğin aynısıdır. Devletin Dink suikastını meşrulaştırmasında kullandığı kesinlik, bazı milliyetçilerin kendi yabancı düşmanlıkları için temel aldıkları kesinlik aynı kökten beslenmektedir. Bütün bu gruplar, yüzde yüz kesinlik ile “Ermenilerin” kim olduklarını, kendilerine göre ne kadar aşağıda durduklarını ve onlara ne yapılması gerektiğini “bilmektedirler.”

Ayrıca, böyle bir soyutlama kullanıldığı zaman, Ötekinin iradesinin gelişebileceği bir alan bırakılmamaktadır. Ötekine dayattığımız kimlik ile, konuşmayı kapatmaktayızdır. Ermenilerin psikolojisini araştıran çalışmalar, onların sadece kurban olduklarını öne sürer. Ahearn’in (2001: 112) tanımlamasına göre, irade, “sosyokültürel olarak etkilenen hareket kapasitesidir.” Yaptığı soyutlama ile, egemen ideoloji, kimlikler dayatarak sosyokültürel alanı kendi çıkarına göre ayarlar ve kendi egemenliğini, Ötekinin iradesi pahasına, sağlama almaya çalışır. Aynı sürecin diyalog önermesi ise, en cömert olarak, ironiktir.

IV.  Bilmemek Bilgeliktir

Bu yazıyı yazmak benim için paha biçilmez bir fırsattır. Bu yazı ile sadece Dağcı’yı (2012) değil, kendimi de eleştirme fırsatı bulmaktayım. 2007’de sosyal psikoloji ile ilk tanışmaya başladığım zaman yazdığım kısa bir yazıda, yeni bilgimi o zamanlar da ilgi odağımda olan Türk-Ermeni sorununa uyarladım. Türk-Ermeni Sorunu; Sosyal Psikoloji Yoluyla daha iyi bir Anlayış (Erol, 2007) isimli yazıda “Türk-Ermeni sorununun ciddi bir analizi, iki toplumun da sosyal psikolojisini anlamaya adanmalı ve tarihsel araştırmayı bir kenara bırakmalı” demiştim. Çünkü tarihsel herhangi bir anlatı, onu anlatanın gözünden olacağı ve önyargılardan bağımsız olamayacağı için doğru gelmiyordu. Toplumların sosyal psikolojilerini anlamak, öte yandan, bilginin kibrine ve özcülüğüne çok mükemmel bir örnek. Bu tür analizler, kulağa her ne kadar isabetli gelirse gelsin, yanılsamadan öteye gidemezler. Biz, bir simulakraya âşık olmaktan; yani, öteki hakkında kendi istediğimiz detayları seçerek görmek istediğimiz bir resmi yaratmaktan ve ona “doğru” etiketi yapıştırmaktan kendimizi alamayız. Öteki olanın veya bir toplumun psikolojisini bilmeyi iddia etmek her ne kadar kendi başına yeterince kötü olsa da, bunu sadece bir kaç parça “kanıt” üzerine yapmak—heykel veya bayram gibi—daha da feci. Bunlar, sadece yaratılan bir sorun cümlesine, verilmek istenen cevaplar.

Bu yüzden, burada “gerçek sorunumuzu” özetlemeye çalışarak benzer bir cehaleti göstermeyeceğim. Her ne kadar Öteki hakkında olan bilgilerimizin yanlışlığını kabul etmenin ve cehaletin bilgelik için bir başlangıç noktası olmasının acı veren gerçeğini farkında olsam da, böyle bir bilgeliğe sahip olabildiğimi de iddia etmekte değilim. Yapmaya çalıştığım ve herkesi de yapmaya davet ettiğim, kendimizi ve birbirimizi ciddi ve derinlemesine eleştirmek. Böylesine eleştirel bilgi birikimini, bize aynı hataları yapmamak konusunda yardımcı olabilir. Çünkü Öteki olanı bilerek, sadece ve sadece, statükonun ötekileştirme refleksine katkıda bulunmaktayız.

Ali Ersen Erol, Doktora Öğrencisi, İletişim Bölümü, Howard Üniversitesi

Bu makaleyi şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Erol, Ali Ersen (Mayıs, 2012), “Egemen İdeoloji ve “Öteki” Olanı Bilmek: “Olası” Ermeni Psikolojisine Naçizane bir Cevap”, Cilt I, Sayı 3,  s.26-34, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (AnalizTürkiye), Londra: AnalizTürkiye (http://researchturkey.org/p= 1162&lang=tr)

Referanslar:

Ahearn, L. M. (2001). Language and Agency. Durham, içinde W. H., Daniel, E. V., & Schieffelin, B. B. (Editörler). Annual Review of Anthropology: 2001. Annual Reviews.

Althusser, L. (1971). Lenin and Philosophy and Other Essays. NY: Monthly Review Press.

Anderson, P. (1976). The Antinomies of Antonio Gramsci. New Left Review, 100 (November -December).

Baudrillard, J. (1994). Simulacra and Simulation. (S. F. Glaser, Trans.). University of Michigan Press.

Camus, A. (1947). The Plague. (1991, S. Gilbert, Trans.). Vintage.

Dağcı, Z. (2012). Ermenilerin Psikolojisi ve Fransa’nın İnkâr Yasası. Türkiye Siyasi Analiz ve Araştırma Merkezi (AnalizTürkiye). Londra: AnalizTürkiye. Alıntı: 30 Nisan 2012, http://researchturkey.org/?p=770

Erol, A. E. (2007). Turkish Armenian Conflict; A Better Understanding Through Social Psychology. School of Conflict Analysis and Resolution Newsletter. (Sept. Vol 1, Issue 1). Alıntı: 1 Mayıs 2012, http://scar.gmu.edu/newsletter-subject/12565

Goffman, E. (1959). The Presentation of Self in Everyday Life (Birinci Baskı). Anchor.

Hall, S. (1980). Encoding/Decoding. İçinde Culture, Media, Language. Stuart Hall vd. (Editörler). New York: Routledge, 1980. 128-138.

Harre, R., & Stearns, P. N. (Eds.). (1995). Discursive Psychology in Practice (İlk Baskı,). Sage Publications Ltd.

Ronell, A. (2008). Examined Life (Astra Taylor, yönetmen & yazar). [Film]. Ontario: Sphinx Productions.

Watzlawick, P., Beavin, J. H., & Jackson, D. D. (1967). Pragmatics of Human Communication(Birinci Baskı). W. W. Norton & Company.

Notlar:

[i] Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Ben Ermenilerin var olmadığı öne sürmüyorum. Tam aksine, “Ermeniler” gibi soyut bir grup yaratmak, gerçekliğin karmaşıklığını dikkate almıyor. Bir Ermeni, sadece bir Ermeni değildir. O belli bir zaman, mekan, kültür, alt-kültür vb. bağlamlarla ilişkisi olan bir Ermeni’dir.

Ali Ersen Erol
Ali Ersen Erol
Ali Ersen Erol | Howard University

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...