Profesör Tom Ruys ile Röportaj: “Fırat Kalkanı Operasyonu: Türkiye’nin Suriye’deki Güncel Askeri Müdahalesinin ve Meşru Müdafaa Amacıyla Devlet Dışı Aktörlere karşı Güç Kullanmasının Yasallığı”

Date:

Profesör Tom Ruys ile Röportaj: “Fırat Kalkanı Operasyonu: Türkiye’nin Suriye’deki Güncel Askeri Müdahalesinin ve Meşru Müdafaa Amacıyla Devlet Dışı Aktörlere karşı Güç Kullanmasının Yasallığı”

Türkiye 24 Ağustos 2016’da Özgür Suriye Ordusu ile beraber Suriye’de askeri bir operasyon başlattı. Türk otoritelerin açıklamasına göre, Fırat Kalkanı Operasyonu’nun amacı DEAŞ’ı hedef alarak Türkiye’nin Suriye sınırını güvenlik altına almaktı. Ancak, Türkiye-ÖSO gücü eş zamanlı olarak Fırat’ın batısında Kürt Halk Birlikleri’nin (YPG) ilerleyişini durdurmak için saldırı/atak başlattı.

Mevcut karşıt argümanlar bulunmaktadır. Suriyeli Kürtler Ankara’yı YPG’nin ayrı olan Afrin, Jazira ve Kobani kantonlarının bitişik bir toprakta bir araya getirmesini hedeflemekle suçlamaktadır. Aynı zamanda, Suriye hükümeti, Suriye’nin topraklarının bütünlüğünü ve bağımsızlığını ihlal ettiği için operasyona karşı olmuştur. Buna karşılık Türkiye bu eylemin geçen yıl Türkiye’de birçok terörist atak başlatan DEAŞ’a ve Türkiye’nin yasadışı olarak değerlendirdiği Kürt İşçi Partisi’nin (PKK) bir kolu olan YPG’ye karşı meşru bir öz savunma olduğunu iddia etmektedir.

Operasyon günden güne ilerleyerek Halep hükümetindeki El Bab çevresine ulaşıyor ancak Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’nun yasallığı akademik çevrelerdeki tartışmalarda güçlükle gözlemleniyor. Bu nedenle, Türkiye üzerine Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey) olarak, silahlı çatışma uzmanı olan Profesör Tom Ruys ile operasyonu uluslararası hukuk merceğince tartışmak için bir röportaj yaptık.

Profesör Tom Ruys, Ghent Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk profesörü. Kendisi yayın yazarı, bu yayınlardan bazıları ise monografi olan ‘Silahlı Saldırı’ ve Cambridge Üniversitesi Yayın Evi tarafından 2010’da basılan ‘Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 51.Maddesi: örfi hukuk ve pratikteki evrimler’ dir.

Öncelikle, Profesör Ruys Francis Lieber ödülünü ve Uluslararası Hukukun Amerikan Toplumu Francis Deak ödülünü aldı (2015 makale ödülü ve 2011 kitap ödülü). Güç Kullanımı üzerine Uluslararası Birlik Komitesi’nin ve Yaptırımlar üzerine Hukuk Birliği Çalışma Grubu’nun üyesidir. Aynı zamanda Güç kullanımı ve Uluslararası Hukuk Üzerine Dergi’nin baş editör ve Askeri Hukuk ve Savaş Hukuku Değerlendirmesinindirektör yardımcısıdır. Ayrıca Revue belge de droit international’in (uluslararası hukukun Belçika yorumu) yayın kurulu üyesidir.

Röportaj Özeti

“2015 yılında Paris’teki terörist saldırılarından kısa bir süre sonra, Güvenlik Konseyi 2249 numaralı bir karar çıkararak devletleri, Suriye ve Irak’ın önemli bir kısmında kurulmuş olan güvenli bölgedeki devam eden eylemlerde DEAŞ’a karşı ‘bütün gerekli tedbirleri almaya’ çağırdı.”

“DEAŞ gibi birçok devlet dışı silahlı gruplar tarafından yönetilen sınır ötesi saldırılar ışığında altını çizmemiz gereken fikir, meşru müdafaa hakkının devletler kendilerini tehditlere karşı savunurken yeniden yorumlanmış olmasıdır.”

“Bir saldırı, bu atağı engellemekte yetersiz veya isteksiz bir devletin bölgesinden geldiğinde, devletler mağdur devletin meşru müdafaa hakkına başvurması izin verilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Koalisyon üyesi olan devletler de bu yoruma başvurmuşlardır. Türkiye de aynı zamanda bu argümanı kullanmaktadır.”

“İddialara göre Türk otoritelerinin başvurduğu silahlı saldırılar DEAŞ tarafından başlatılmıştır. Mantıklı çıkarım askeri eylemlerin iddialara göre yalnızca DEAŞ’ı hedef alması olup ne Suriye’deki Kürt mevkilerini ne de Suriye rejiminin askeri birliklerini ve tesislerini hedef almalıdır.”

“Öncü deneyimler ışığında, Türkiye’nin ‘yetersiz ve isteksiz’ doktrinine kucak açmasına şaşırmadım ve Türkiye bunu yapan tek ülke değildir, bunu bu doktrince yapmak hala oldukça tartışmalıdır.”

“Bence 11 Eylül kesinlikle dönüş noktasıydı. 2001’deki olaylar birçok askeri doktrinde ve dünyadaki farklı ülkelerde güvenlik stratejilerinde başlıca revizyona neden oldu.”

“Eğer meşru müdafaa hakkına başvurmak devletler için çok kolay olursa, bu durum daha fazla suiistimale ve daha fazla sorunun yayılmasına neden olan bir çeşit yöntem olur.”

Röportaj Metninin Tamamı

“2015 yılında Paris’teki terörist saldırılarından kısa bir süre sonra, Güvenlik Konseyi 2249 numaralı bir karar çıkararak devletleri, Suriye ve Irak’ın önemli bir kısmında kurulmuş olan güvenli bölgedeki devam eden eylemlerde DEAŞ’a karşı ‘bütün gerekli tedbirleri almaya’ çağırdı.”

Bu röportajı yapabilmek için bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz Profesör Ruys. Uluslararası hukuk, Türkiye’nin Suriye’deki güncel Fırat Kalkanı Operasyonu’nda güç kullanmasını meşru kılar mı?

Öncelikle bu röportajda yer alma fırsatı için teşekkür ederim. Bu bir zevk. Sizin sorunuzla ilgili olarak ne zaman bir devlet başka bir devletin toprağında askeri olarak çarpışırsa onu meşru kılabilecek üç tane neden vardır, bunu aklımızda tutmamız gerekir. Anlaşmazlığı olan devletin ‘teklif yoluyla müdahalesi’ olabilir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey tarafından BM sözleşmesinin 7.bölümünün verdiği yetki ile otorite verme durumu da olabilir. Üçüncü olarak bir devlet bireysel olarak veya kolektif bir şekilde silahlı bir saldırıya yönelik meşru müdafaa hakkına başvurabilir. Eğer Türkiye’nin yalnızca 2016’daki değil aynı zamanda 2015’teki ve kimi noktalarda 2014’teki son eylemlerine bakarsanız ‘teklif yoluyla müdahalenin’ kabul edilemez olduğu açıktır. Bağımsız Suriye devletinin de jure/yasal rejimi olan Esad rejimi devamlı olarak kendi topraklarındaki Türk askeri operasyonlara karşıdır ve kendi itirazları için birçok kez Güvenlik Konseyi ile iletişime geçmiştir. Güvenlik Konseyi’nin yetki vermesi (Türkiye’nin güncel operasyonu için) geçerli bir meşru neden değildir. 2015 yılında Paris’teki terörist saldırılarından kısa bir süre sonra, Güvenlik Konseyi 2249 numaralı bir karar çıkararak devletleri, Suriye ve Irak’ın önemli bir kısmında kurulmuş olan güvenli bölgedeki devam eden eylemlerde DEAŞ’a karşı ‘bütün gerekli tedbirleri almaya’ çağırdı. Ancak eğer metne ve kararın bağlamına bakarsanız bunun askeri güç kullanımı için uygun ve kanuni bir yetki verme olmadığı sonucuna varmak zorundasınız. Karara daha yakından bir bakış gösterir ki 7.bölüme dair uygun bir referans ve kendi belirsiz lisanı ışığında güç kullanmak için uygun bir yetkilendirme yoktur. Siyasi düzeydeki yoğun müzakereler sonucunda bu karar yeniden gözden geçirilebilir ancak bu karar güç kullanımı için devletlere 7.bölüm çerçevesi içerisinde gerçek bir kanuni yetkilendirme elde etmedi. Bu bizi, Türkiye’nin 2015’te Diyarbakır Suruç’taki ne yazık ki birçok insanın öldürüldüğü saldırıdan sonra askeri eylemlerini meşrulaştırmak için temelde sahip olduğu meşru müdafaa hakkını kullanabileceğini gösteren üçüncü kanuni ilkeye götürtür. Olaydan sonra Türkiye, Güvenlik Konseyi’ne BM sözleşmesinin 51. Maddesine uygun olarak meşru müdafaa hakkına başvurduğunu belirten bir mektup gönderdi çünkü Türkiye burada kendisini silahlı saldırının amacı olarak algıladı ki bu da bir devletin meşru müdafaa hakkına başvurabilmesi için başlıca nedendir. Bu hakkın başvurusu geçerli midir? Birçok karmaşık konu yer almaktadır. Her şeyden önce bir devletin meşru müdafaaya güvenebilmesi için silahlı bir saldırı olması gerekmektedir. 2015’ten beri olaylara bakarsanız BM sözleşmesinin 51. Maddesi ile uyumlu bir silahlı saldırı durumu var mı yok mu sorusunu tartışabilmeye dair bazı ihtimaller vardır. Mektup gönderilmeden önce, Türkiye’nin olayı ile ilgili olarak şunu söyleyebiliriz ki Türkiye zaten askeri olarak Suriye toprakları içerisindeydi. 2014 yılında yani uygun bir başvuru olmadan önce meşru müdafaa için, Türkiye’nin birçok saldırısı vardı. Yeteri kadar ağır silahlı saldırı var mı yok mu ise diğer bir sorudur meşru müdafaa amaçları için. Aynı zamanda başka koalisyonlar tarafından yönetilen operasyonlara başvurma senaryosundaki en karmaşık sorulardan biri devlet dışı aktörlerin saldırılarına karşı meşru müdafaa hakkına başvuru yapılıp yapılamayacağıdır.

“DEAŞ gibi birçok devlet dışı silahlı gruplar tarafından yönetilen sınır ötesi saldırılar ışığında altını çizmemiz gereken fikir, meşru müdafaa hakkının devletler kendilerini tehditlere karşı savunurken yeniden yorumlanmış olmasıdır…Bir saldırı, bu atağı engellemekte yetersiz veya isteksiz bir devletin bölgesinden geldiğinde, devletler mağdur devletin meşru müdafaa hakkına başvurması izin verilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Koalisyon üyesi olan devletler de bu yoruma başvurmuşlardır. Türkiye de aynı zamanda bu argümanı kullanmaktadır.”

Bu durum ‘yetersiz ve isteksiz’ doktrini ile ne açıdan ilgilidir?

Devlet dışı aktörler, meşru müdafaa hakkının kullanılmasını tetikleyebilir mi sorusu uzun zamandır devam eden bir tartışmadır. 11 Eylül saldırılarından önce hukuki doktrindeki büyük bir çoğunluk ve devletler arasında silahlı saldırı durumu meşru müdafaa hakkını kullanmayı tetikler olarak kabul görmüştür ve olası devlet isnat yeteneğine rağmen devlet müdahalesinin belirli şekilleri olmalıdır. Güncel durumda görürüz ki DEAŞ, Suriyeli otoritereler tarafından kontrol edilmeyerek kendi inisiyatifinde hareket etmektedir. 11 Eylül 2001 saldırılarından beri meşru müdafaa hakkının daha esnek olabilmesi için bazı devletler baskı ve atak yaptı çünkü devlet dışı silahlı gruplar daha güçlü ve tehlikeli bir hal almıştı. “DEAŞ gibi birçok devlet dışı silahlı gruplar tarafından yönetilen sınır ötesi saldırılar ışığında altını çizmemiz gereken fikir, meşru müdafaa hakkının devletler kendilerini tehditlere karşı savunurken yeniden yorumlanmış olmasıdır. Bu tartışmanın odak noktalarından biri olan ‘yetersiz ve isteksiz’ doktrini vasıtasıyla Amerika gibi devletler meşru müdafaa hakkının modern olarak yorumlanmasını önerdiler. Özellikle bir saldırı, bu atağı engellemekte yetersiz veya isteksiz bir devletin bölgesinden geldiğinde, bu devletler mağdur devletin meşru müdafaa hakkına başvurması izin verilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Koalisyon üyesi olan devletler de bu yoruma başvurmuşlardır. Türkiye de aynı zamanda bu argümanı kullanmaktadır. Ancak güncel olayda Esad rejimi gerçekten de eyleme geçmek için yetersiz veya isteksiz midir sorusuna dair bazı belirtiler gösterir ki Suriye rejimi DEAŞ’a karşı üçüncü devletlerin koordinasyonu ile harekete geçmeye razıdır seklinde bazı tartışmalar vardır.

“İddialara göre Türk otoritelerinin başvurduğu silahlı saldırılar DEAŞ tarafından başlatılmıştır. Mantıklı çıkarım askeri eylemlerin iddialara göre yalnızca DEAŞ’ı hedef alması olup ne Suriye’deki Kürt mevkilerini ne de Suriye rejiminin askeri birliklerini ve tesislerini hedef almalıdır.”

İlginçtir ki Türkiye’nin güçlerinin gerçekten de Suriye’de olduğunu 29 Kasım günü Cumhurbaşkanı Erdoğan söylemiştir “… devleti, devlet içinde bölen tiran el Esad yönetimini bitirmek için.” Cumhurbaşkanı Erdoğan bu demeci geri almasına rağmen Türkiye, Suriye rejimine karşı Fırat Kalkanı Operasyonu amacı içerisinde güç kullanabilir mi? Bu durum meşru müdafaanın uluslararası hukuku ile uyumlu olur mu?

Bu sorunun kısa cevabı hayırdır. Bu durum, meşru müdafaa hakkını kullanmak ile bağdaşmaz. Meşru müdafaa hakkına başvurulduğunda devletler bu hakkı yalnızca ilk silahlı saldırının kaynağına karşı kullanabilir. İddialara göre Türk otoritelerinin başvurduğu silahlı saldırılar DEAŞ tarafından başlatılmıştır. Mantıklı çıkarım şudur ki askeri eylemler iddialara göre yalnızca DEAŞ’ı hedef almaktadır ne Suriye’deki Kürt mevkilerini ne de Suriye rejiminin askeri birliklerini ve tesislerini hedef alır.

Eğer Esad rejimini hedef almak, meşru müdafaa hakkı ile bağdaşmazsa bu durum bağımsız bir devlete karşı savaş ilan edilmesi olarak değerlendirilebilir mi?

Bu soru aynı zamanda iç hukukla ilgilidir. Savaş ilanlarının varlığı anayasal hukuk perspektifinde birkaç ülke ile ilgilidir. Ancak uluslararası kanuni perspektifte bu gerçekten de bir konu değildir. Uluslararası hukuk, güç kullanımında ve silahlı çatışma hukukunda, hukuk uygulamasının amaçları için daha fonksiyonel yaklaşımlar benimser. Resmi bir savaş ilanı var mı yok önemli değildir bunu bitirebilmek için, bütün olaylara bakmak zorundasınızdır. Türkiye’nin dahil olduğu Suriye ve Irak topraklarında devam eden bir silahlı çatışma olduğu açıktır. Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin yaklaşımını izlerseniz göreceklesiniz ki anlaşmazlık, Cenevre Anlaşmalarının başvurduğu uluslararası silahlı anlaşmazlık olarak sayılır.

“Öncü deneyimler ışığında, Türkiye’nin ‘yetersiz ve isteksiz’ doktrinine kucak açmasına şaşırmadım ve Türkiye bunu yapan tek ülke değildir, bunu bu doktrince yapmak hala oldukça tartışmalıdır.”

2014’ten beri Türkiye’nin meşru müdafaaya dair yorumu nasıl evrildi?

Geçmişe bakarsak Türkiye, meşru müdafaa hakkının yorumlanmasının daha esnek olmasını kabul eden ilk ülkelerden biridir. Burada 2014’teki olaylara yönelik demiyorum, aynı zamanda 1990’larda Kuzey Irak’ta üstlenilen eylemlerden bahsediyorum. Sanmıyorum ki o zamanlar Türkiye ‘yetersiz ve isteksiz’ doktrinin şiddetli bir savunucusuydu. Buna pratikte başvurmuş olabilirler ama BM Güvenlik Konseyi düzeyindeki argümana başvurmamışlardır. Bu açıdan daha ihtiyatlı bir tavır benimsemişleridir. Ancak öncü deneyimler ışığında, Türkiye’nin ‘yetersiz ve isteksiz’ doktrinine kucak açmasına şaşırmadım ve Türkiye bunu yapan tek ülke değildir, bunu bu doktrince yapmak hala oldukça tartışmalıdır.

“Bence 11 Eylül kesinlikle dönüş noktasıydı. 2001’deki olaylar birçok askeri doktrinde ve dünyadaki farklı ülkelerde güvenlik stratejilerinde başlıca revizyona neden oldu.”

Devlet dışı aktörlere karşı güç kullanımı 11 Eylül saldırılarından sonra uluslararası hukukta nasıl değişti? Şimdiki örfi hukuktan bahsedebilir miyiz?

Bence 11 Eylül kesinlikle dönüş noktasıydı. 2001’deki olaylar birçok askeri doktrinde ve dünyadaki farklı ülkelerde güvenlik stratejilerinde başlıca revizyona neden oldu. Bu aynı zamanda güç kullanımı üzerine birçok uluslararası hukuk kaidesinin yeniden yorumlanmasına neden oldu. Örneğin eğer öncelikli/önleyici meşru müdafaa üzerine tartışmalara bakarsak 11 Eylül saldırılarından beri devlet pratiğinde ve uluslararası kanuni doktrinde bariz bir trend vardır. Aynısı devlet dışı aktörlerin saldırılarına karşı meşru müdafaanın cevazına geldiğinde de geçerlidir. Ancak şimdiki örfi hukuktan konuşabileceğimizi zannetmiyorum. Bu yıllardan beri devam eden bir evrimdir. Devlet pratiğinde daha geniş bir meşru müdafaa hakkına yönelik yeni kanıt görürüz. Bu evrim de lege lata ya da de lege ferenda olsun ve pozitif hukuk zaten değişmiş olsun olmasın yazalar bunların üzerine emin değildir ve her iki tarafta da argümanlar vardır. Uluslararası Adalet Divanı’nın içtihatçınca bakarsanız özellikle bu konuyla ilgili olan son davalara, örneğin 2004’teki The Wall Tavsiye Görüşü/Kararı ve 2005’teki Kongo Davasındaki Silahlı Aktiviteler, mahkeme meşru müdafaa hakkının daha muhafazakâr, geleneksel ve kısıtlayıcı yorumunu benimsemiştir, davalar oldukça belirsiz lisan içermesine ve birçok yargıcın kendi fikirlerince açık bir şekilde daha fazla meşru müdafaanın muhafazakâr yorumunu desteklememesine rağmen.

“Eğer meşru müdafaa hakkına başvurmak devletler için çok kolay olursa, bu durum daha fazla suiistimale ve daha fazla sorunun yayılmasına neden olan bir çeşit yöntem olur.”

Meşru müdafaanın uluslararası hukukunu gelecekte nasıl görüyorsunuz?

Meşru müdafaa hakkının daha geniş yorumlanmasına yönelik bir trend var. Devlet pratiğinde ve kanuni doktrinde birçok evrim gerçekleşmiştir. Bu trendi desteklemeyen ve daha ihtiyatlı bir tavır takınılması üzerine ısrarcı olan birkaç devlet hala vardır. Bu durum kanuni doktrin için de geçerlidir. Bu noktada belki ilginç bir inisiyatiften bahsedebilirim. Birkaç oldukça deneyimli akademisyenin ve hukuk uzmanının güç kullanımı üzerine birkaç hafta önce açık bir mektup yazmışlardır. Bu mektup aracılığıyla meşru müdafaanın daha geniş bir yorumunun riskleri üzerine devletlerin dikkatlerini çekmeye çalışmışlardır. Bu açıkça daha ihtiyatlı ve kötüye kullanma risklerinin farkındalığını teşvik eden bir inisiyatifti eğer bütün iddialara yönelik 51.Maddeyi açarsak. Eğer meşru müdafaa hakkına başvurmak devletler için çok kolay olursa, bu durum daha fazla suiistimale ve daha fazla sorunun yayılmasına neden olan bir çeşit yöntem olur.

Bizimle konuştuğunuz için teşekkür ederiz Profesör Ruys.

Bu röportajı yapmak benim için bir zevkti. Umarım gelecekteki hayatınız ve Research Turkey’nin geleceği başarılarla dolu olur.

Röportajı şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Research Turkey (Aralık, 2016), “Profesör Tom Ruys ile Röportaj: “Fırat Kalkanı Operasyonu: Türkiye’nin Suriye’deki Güncel Askeri Müdahalesinin ve Meşru Müdafaa Amacıyla Devlet Dışı Aktörlere karşı Güç Kullanmasının Yasallığı”, Cilt V, Sayı 12, s.6 – 14, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey), Londra: Research Turkey

ResearchTurkey
ResearchTurkey
AnalizTürkiye

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...