Türkiye’de “Erkeksiz” Kadınlar

Date:

Türkiye’de “Erkeksiz” Kadınlar

Burcu Yakut-Çakar, Kocaeli Üniversitesi[1] and Şemsa Özar, Boğaziçi Üniversitesi[2]

Boşanan, dul kalan, terk edilen ya da eşini terk eden, eşi cezaevine giren, yani bir biçimde birlikte oldukları erkekler yaşamlarından çıkan kadınlar, daha önceki yaşamlarına göre çok farklı bir hayata adım atıyor. Türkiye’de birçok kadın için bu yeni hayat hem maddi açıdan karşılaştıkları güçlüklerle mücadele etmek hem de  gündelik yaşamlarının neredeyse her anında ayrımcılık içeren toplumsal yargılarla baş etmek durumunda kalmak anlamına geliyor.

Bu araştırma notunda Türkiye’de bu durumda olan “erkeksiz” kadınların durumunu irdeleyeceğiz[3]. Bir dönem “bir erkeğin eşi” olma statüsünde bulunurken, vefat, boşanma, terk edilme, cezaevine girme gibi çeşitli nedenlerle erkeklerin hayatlarından çıkmış olduğu bu kadınların aslında toplumun geneline hakim olan kadın algısını deşifre etme konusunda oldukça önemli olduklarını düşünüyoruz. Bunun en temel nedeni kadına aile içinde “anne” ve daha da önemlisi “eş” kimlikleri üzerinden bir statü verildiğinden aile içinde yaşarken toplumsal konumlarının görünmez kılınıyor olması. Örneğin, kadının erkeğe olan ekonomik açıdan bağımlılığı aile içinde görünmez iken, boşanma sonrasında yaşam standartlarındaki değişim bu görünmezliği açığa çıkararak bu bağımlılığın yarattığı tahribatı ortaya seriyor. Sadece Türkiye’de değil, neredeyse tüm toplumlarda, kadının evi geçindirmek durumunda kaldığı haneler, özellikle de yalnız anneler ve yaşlı dul kadınlar, hanenin geçiminin bir erkek tarafından sağlanmadığı durumlarda kadınların daha yüksek yoksulluk riski ile karşı karşıya kalıyor olduğunu görmekteyiz (çeşitli ülke örnekleri için bkz. Goldberg and Kremen, 1990; Chant, 2003; Günçavdı and Selim, 2009, Gökovalı and Danışman-Işık, 2010). Dahası, namus meselesinde de benzer bir durum söz konusu: “dul kadın kolay kadındır” deyişinde olduğu gibi, kadının “namussuzluğu” genellikle yanında erkek yoksa dillendirilmeye başlanıyor. Dolayısıyla kadının hayatında erkeğin artık bulunmadığı, kimliğinin birinin eşi olarak tanımlanamadığı, yani “sadece kadın” olduğu haller hem kadınların karşı karşıya kaldığı maddi yoksunluk durumunu ortaya seriyor hem de toplumun kadınlar bakışına ayna tutuyor.

Bunun yanı sıra, kadınların içinde bulundukları bu yeni koşullar altında kamu kurumlarından da ihtiyaç duydukları destekleri alabildiklerini de söyleyemiyoruz. Erkeksiz kadınlar örneği üzerinden toplumsal yargı ve tutumların refah sisteminin ayrımcı niteliğini bir yandan şekillendirirken diğer yandan da bu yargı ve tutumların refah sisteminin kendisi tarafından pekiştirildiğini göstermeye çalışıyoruz. Çalışmamız, Türkiye’de erkeksiz kadınların nasıl yaşadıklarını üç temel alana bakarak anlamayı amaçlıyor[4]: (i) aile içi cinsiyet temelli iş bölümü; (ii) evlilik ile aile ilişkileri; ve (iii) kadınların ücretli işe erişimi. Bu alanlarda kadınların bağımlılığını dönüştürmenin temelde kadınların özerk haneler kurabilecek ve bunu iktisadi olarak sürdürebilecek durumda olmalarını sağlamaya yönelik, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bir kamu politikası eliyle mümkün olabileceğini  savunuyoruz (Orloff, 1993: 319).

 

Orloff’un Üçlemesinin Türkiye’deki İzleri

Aile içi cinsiyet temelli iş bölümünde kadınlara parasal karşılığı olmayan ev işleri ve tüm ailenin bakımına yönelik hizmetleri yerine getirmek düşüyor. Türkiye’de aile içi ilişkilere ve toplumsal yaşama hakim olan erkek egemen yapı, kadın ve erkeklerin doğuştan sahip oldukları farklılıklara uygun roller üstlendiği yargısından hareketle bu durumu meşrulaştırıyor. 2006 yılı Zaman Kullanım Anketi sonuçlarına göre, Türkiye’de kadınlar günün ortalama 5 saat 17 dakikasını hane bakımı, çocuk bakımı, çamaşır, ütü gibi faaliyetleri kapsayan hane halkı ve ev bakımıyla geçirirken, aile içi iş bölümünde, daha çok inşaat, tamirat gibi işler yapan erkekler için bu süre ortalama olarak gün içinde 51 dakika (TÜİK, 2007). Kadınların maddi karşılığı olmayan ev işlerini yüklendikleri cinsiyet temelli iş bölümü, kadın ve erkeklerin yaşam boyu elde ettikleri birikimlerine de yansıyor. Aile Yapısı Araştırması’na göre aile içindeki mal varlığının dağılımı son derece eşitsiz: kadınların yüzde 80,2’sinin ne bir gayrimenkulü ne de aracı mevcut iken erkeklerin arasında ise bu oran yüzde 39,6 (TÜİK, 2006: 3).

Evlilik ve aile ilişkileri açısından Türkiye’de toplumsal yapılanmanın başat kurumu olarak görülen aile kutsal bir kurum ve her koşulda aile birliğinin sağlanması ve sürdürülmesi bekleniyor. Ailenin “bekası” için ise kadının özveride bulunması normalleştirilmiş bir değer durumunda. Diğer birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de son yıllarda boşanma oranlarında bir artış olsa da, ülkelerarası karşılaştırmalarda Türkiye’deki boşanma oranları halen alt sıralarda – boşanma oranlarının AB-27 ortalaması binde 2 iken Türkiye’de bu oran binde 1.59 (EUROSTAT, 2010). Bu konuda yapılan araştırmalara göre, boşanma nedenleri arasında kadınlara karşı gösterilen psikolojik ve/veya fiziksel şiddet önemli bir yer tutuyor. Bununla birlikte, bulgular evlilik içi şiddetin erkeklerin eğitim, meslek ve gelir düzeylerine göre bir farklılık göstermediğine işaret ediyor.

Aile içi cinsiyet temelli iş bölümünün katı biçimde tezahürü neticesinde tüm ailenin bakımına yönelik hizmetleri yerine getirme vazifesinin kadınlara düştüğü ve bu hizmetleri karşılayacak kreş, yuva, yaşlılar evi gibi kamusal düzenlemelerin olmadığı bir ortamda kadınların ev dışında, gelir getirici işlerde çalışması neredeyse imkânsız hale geliyor. Nitekim Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 27 dolaylarında – yaş gruplarına göre baktığımızda işgücüne katılımın kadınlar için 20’li yaşlarda göreli olarak yükseldiğini, evlenme ve doğum sonrası ise önemli bir düşüş gösterdiğini not düşmekte yarar var. Bununla birlikte işgücünün dışında kalan yaklaşık 12 milyon kadın ise “ev kadını”. İstihdamdaki nüfusa bakıldığında toplam istihdamın sadece yüzde 30’u kadın ve bunların yarısına yakını, tarım dışı sektörlerde ise üçte birinden fazlası, sosyal güvenlik kapsamından yoksun biçimde çalışıyor (TÜİK, 2012). Dolayısıyla, Türkiye’de ev içindeki eşitsiz işbölümünün emek piyasasında da karşılığını bulması sonucunda kadınlar kötü koşullarda ve düşük ücretli işlerde çalışmak zorundan kalıyor.

Orloff’un yaklaşımı ışığında kurguladığımız çerçevenin üç alanı birbiriyle ilişki içinde Türkiye’de ortaya kutsal aile bağı içinde bakım hizmetleri veren ve yaşamını sürdürmesinin neredeyse her türlü koşulu erkekle birlikteliğine bağlanmış olan kadınlar çıkarıyor. Evin gelir getiren erkekleri aile yaşamlarından ölüm, boşanma, terk gibi bir nedenle çıktıkları durumda, kadınlar, çoğu zaman da çocuklarıyla birlikte, kendi ayakları üzerinde durabilecek, evin geçimini sağlayabilecek olanaklardan yoksun kalarak, apansız bir yoksullaşma içine düşebiliyor.

 

Geçim mücadelesi

Araştırma bulgularımız, “erkeksiz” kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunların birbiriyle oldukça ilintili ve etkileşim içinde olduğuna işaret ediyor. Bu kadınların başında olduğu haneler, ekonomik açıdan yiyecek, yakacak, giyecek, ev eşyası ve çocukların eğitimi gibi temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak durumda olan, düşük gelirli haneler. Düşük gelirin yanı sıra bu haneler ciddi anlamda borç yükü altında – görüştüğümüz kadınların çoğunun bakkal, kasap gibi esnafa borçlu olduklarını beyan etmeleri temel ihtiyaçların karşılanamadığına dair gözlemi pekiştiriyor. Öte yandan kira, elektrik-su faturaları gibi barınma ile ilgili sorunlar, özellikle de çok sayıda ve yaşça küçük çocuklarla yalnız kalan kadınların gündelik hayatlarını etkileyen yaşamsal sorunlar olarak ön plana çıkıyor.

“450 TL veriyorum kiraya, eğer beni bu ay çıkarmazsa kiraya zam da olacak, altı aydır da vermemişim, düşün artık nereden getirecem bilmiyorum… Bu pahalılıkta beş öğrenci ile geçinmek çok zor, bunu görmeyen anlayamaz bence.” (33 yaş, eşi cezaevinde, İstanbul)

“Evim kira, ceryanımı şu anda kaçak kullanıyorum.. İki aylık kira borcum var, ev sahibi gelip bağırıyor, çağırıyor, karşısına çıkıp birşey diyemiyorum… Tüpün bitiyor, 3-4 gün tüp dolduramıyorsun, çocukların önüne ne sunacaksın??… Yeri geldi harçlık veremedim, okula gitmek istemedi.” (30 yaş, dul, Bursa)

Yukarıda da değindiğimiz üzere, çocukları ile birlikte kalan kadınlar açısından çocukların masrafı kadar bakım yükü nedeniyle gelir getirici işlerde çalışma olanaklarının olmaması önemli bir sorun olarak ortaya çıkıyor.  Özellikle küçük çocukları olan kadınlar eve iş alarak düşük ücretler karşılığı parça başı işler yapıyor ya da gündeliğe gitme, mahalledeki apartmanların merdivenlerini silme gibi güvencesiz işlerde, zor koşullar altında çalışıyor. Öte yandan evliliğin özellikle aile içi iş bölümünün gereği olarak kadınların çalışma hayatından çekilmesinin önemli bir nedeni olması, kadınların yaşamlarının bir safhasında zor durumda kaldıklarında tekrar çalışmak için iş aradıklarında iş tecrübeleri olmaması, meslek edinememiş olmaları gibi nedenlerle dezavantajlı konuma düşmelerine neden oluyor. İyi eğitimli olanların bile sosyal güvencesi olan iş imkanlarına erişemedikleri ve evin geçimini sağlamak için vasıfsız işler yapmak zorunda kaldıklarını gözlemledik.

 “Ben merdiven siliyorum, temizliğe de gidiyorum, büyük kızım da boncuk işi yapıyor ama günde yaptığı 10 TL’yi geçmez ama her gün de olmuyor.” (30 yaş, eşi terk etmiş, İstanbul)

 “11 senedir önüme ne iş çıktıysa yaptım… Üniversite mezunu insan gittim merdiven sildim, geceli gündüzlü konfeksiyona gittim, evde boncuk işi yaptım, el işi şallar yaptım, tülbentler ördüm. Boş geçiremezdim çünkü ev benden ekmek bekliyordu… Bir türlü sigortalı iş bulamadım, hep böyle yarım günlük, ev temizliği… Evlenmeden önce muhasebeci olarak şirkette çalıştım ama ne zaman evlendim, kocam çalıştırmadı, o zaman çalışsaydım böyle muhtaç olmazdım, kendisinin doğru dürüst düzenli bir işi de yoktu… Şu an merdiven siliyorum, dört tane merdivenim var, toplam 300 TL gelirim var ayda yaklaşık…” (42 yaş, eşi vefat etmiş, İstanbul)

Türkiye’de çalışma hayatında kayıt dışı çalışmanın yaygınlığı yaşamlarının bir aşamasında ailenin geçimini yüklenmek durumunda kalan “erkeksiz” kadınları iki kez vuruyor: hem kadınların kendilerinin sosyal güvenceli işler bulamamaları, hem de vefat eden eşlerin sosyal güvencesiz çalışmış olmaları bu kadınların yaşamlarını sürekli bir gelir olmadan ve her an yoksulluk riski altında sürdürmelerine neden oluyor.

Öte yandan kadınlara istihdam olanakları sağlamaktan sorumlu kurumların da çok etkin çalışmadığını ve kadınlara hanelerin özerk biçimde sürdürülebilmesine olanak sağlayabilecek desteği sunmadığını da gözlemledik. Nitekim, meslek edindirmeye yönelik olarak sunulan kurs faaliyetlerinde ya kadınlara nitelik itibariyle uygun olmayan programlar sunuluyor ya da kadın işi olarak nitelendirilebilecek “el işi, yaşlı ve çocuk bakımı, kuaförlük” gibi kurslar ile katılan kadınların hem hayata hem de daha iyi gelir getirecek işlere katılımını sağlamak söz konusu olamıyor.

 “…kalite kontrolde çalışıyorum, sigorta falan yok, haftalık 150 TL, sigortam yok, patron yaparız ama yarısı senden yarısı benden diyor, ben ödeyemem, zam yapmasa da günümde paramı alabiliyorum..”(35 yaş, boşanmış, İstanbul)

“Eşim şofördü, sigortası yoktu, olsaydı hiç olmazsa bu duruma düşmezdik en azından… Ben hiç çalışmadım, mide ameliyatı da geçirdim.” (35 yaş, dul, Bursa)

 

Toplumun damgalayıcı değer yargıları

Çalışmamız, kadınları ev içinde bakım hizmetlerinden sorumlu kılan iş bölümü ve  çalışma hayatındaki kısıtlı olanakların yanı sıra, Türkiye’de toplumun evde erkek olmadan yaşayan kadınlara karşı tutumu ve değer yargıları kadınların kendi yaşamlarını özgür seçimleri ile sürdürmelerinin önünde durduğunu, dolayısıyla kadınların yaşamlarının bu açıdan da kısıtlandığını gösteriyor. Görüşmecilerimizden birinin ifadesiyle:

“Maddiyatın yanı sıra bir de şöyle sıkıntılar var. Dul kadın sıkıntısı. Dul kadın her zaman dul kadındır. Namusu yoktur. Mutlaka bir namussuzluk yapar zihniyeti var toplumda.” (42 yaş, dul, İstanbul).

Toplumun bu kadınlara karşı değer yargılarının kadınların zaten var olan maddi sorunlarına da olumsuz olarak yansıdığını da gözlemledik. Örneğin, ev sahiplerinin “eşi olmayan” kadınlara ev vermek istemediği görüşmelerde sıklıkla dile getirildi. Öte yandan, kadınların “namus”larına herhangi bir “leke” gelmesin diye davranışlarını kendi kendilerine sınırladıklarını görmemek mümkün değil.

“Yani ben o şeyi vermemişimdir kendi ağırlığımca. Yok, ben fazla öyle dışarı çıkmam evden işe, işten eve. Etraf beni o kadar ilgilendirmiyor… Bazı insanların gözü üstümüzde. Üstümde olduğunu tahmin edebiliyorum yani. Kendin kaçmak zorundasın.” (46 yaş, boşanmış, Trabzon)

 

Hiçbir yer güvenli değil

“Erkeksiz” kadınlar ayrıldıkları eşlerinden, kendi ailelerinden ve akrabalarından, eski eşlerinin ailesi ve akrabaları tarafından, doğrudan ve dolaylı olarak, taciz, şiddet ve istismara maruz kalıyorlar. Toplumun kadına uyguladığı dolaylı şiddet, şiddetli geçimsizlik nedeniyle ayrı yaşadığı ve boşanma davaları süren eşinden dayak yediği için şikâyete gittiğinde karakol çıkışında eşi tarafından tekrar dövülen, daha sonra da kayınbiraderinden de dayak yiyen kadın örneğinde olduğu gibi, şikâyet mercii olarak gidilen karakolda polislerin “karı-koca arasında geçen bu konuların suç olmadığı”nı söyleyip şikâyetini kabul etmemesi[5] gibi tutumlarla tezahür ediyor.  Doğrudan şiddet ise araştırmamız sırasında görüştüğümüz birçok kadın tarafından, kendi ailesinden ya da eşinden/eşinin ailesinden geliyor:

“Kaynana bir yerden dövdü, kocam bir yerden dövdü. Karnımı görsen hep kesik.. Çocuğum olmuyor diye oraya götür, buraya götür, o dedi şu, bu dedi bu. Senin olmuyor dedi. Bir defa da demedi ki kaynanam oğlumu götüreyim demedi. Aradan 9 yıl sonra ayrıldık. Her şeye rağmen, öldürmeye kalkıyordu, yastıkları yüzüme kapatıyordu öldürmeye kalkıyordu. Neden yapıyorsun? E senin çocuğun olmuyor. E o zaman bırak beni. Bırakmazdı da. Aileme dönmek istedim babam kabul etmedi. Bizde boşanan yok dedi çıktı içinden.” (45 yaş, boşanmış, Denizli)

“Koca olduğunda daha kötüydü, şiddet de vardı, çalışmamazlık da vardı, (çeviri yapan komşu kadın): “şikayet etmiyor, bir de ayrıyeten kaynı, kaynanası, kaynatası filan da onlardan da şiddet gördüğü için kime şikayet etsin ki? Babasıgile gidince de daha kötü oluyor, aileme zarar veriyorlar gibi. Zaten bir keresinde şiddet uygulamışlar bayağı bir kötü yapmışlar bunun ailesi gelmiş almaya… Bunun eşi de eline almış silahı, bağlamış, karımı alamazsınız diye.. Bu da korkmuş gitmiyorum demiş”” (23 yaş, eşi cezaevinde, İstanbul)

Şiddet gören kadınlar için kadın sığınma evleri mevcut ancak bu kurumlarda kalma süresinin kısıtlılığı ve bu sürenin sonunda kadınların, çoğunlukla küçük çocukları ile beraber, yaşamlarını sürdürebilecek maddi koşullara sahip olmayarak dışarıda kalması, bu kurumları halihazırdaki işleyiş biçimleriyle soruna çözüm sunmaktan uzak kılıyor.

 

Ailenin dışında yaşam yok

Yukarıda zaman zaman alıntıladığımız tanıklıklardan da izlenebileceği üzere, Türkiye’de aile içinde ve dışında kadın ve erkeklere biçilen roller ile birlikte emek piyasasının işleyişi, “erkeksiz” kadınların tek başlarına ya da çocuklarıyla birlikte bir yaşam sürdürebilecekleri zemini tesis etmekten oldukça uzak. Dahası, ülkedeki gelir dağılımı eşitsizliği, kayıt dışı ve sosyal güvenceden yoksun çalışma koşullarının yaygınlığı ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile ayrımcı uygulamalar kadınları hemen her alanda kısıtlayıcı birçok dinamiği tetikliyor. Bu koşullar altında kadınların “erkeğe bağımlı olmayan”, özerk bireyler olarak kendi tercihleri doğrultusunda bir yaşam kurmaları ve sürdürmeleri ciddi anlamda zor.

Bu açıdan kamu politikaları bir yandan yaşamını son derece güç koşullarda sürdüren kadınların sorunlarını en acil biçimde çözmeye yönelik nitelikte olmalı, diğer yandan ise kadının bir erkeğe ya da aileye bağımlı olmadan, özerk bir birey olarak yaşamını sürdürebilmesini sağlamaya yönelik olmalı. Sorunlar ortaya çıktıktan sonra onların yol açtığı yıkımlara karşı çözüm aramak yerine, bu sorunların ortaya çıkmasına neden olan toplumsal yapı ve ilişkileri dönüştürmeye yönelik politikalar üretilmesinin gerek toplumsal yaşamın geleceği gerek kamu kaynaklarının etkin kullanılması açısından önem taşıdığını düşünüyoruz.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Nisan 2012’de araştırma sonuçlarına dayanarak yoksulluk sınırı altında geliri olan ve sosyal güvencesi olmayan dul kadınlara bir nakit transferi programı başlattı. Program Türkiye’de bu profile uyan 150.000 dul kadını hedefliyor ancak, aynı araştırma bulgularının aynı durumda olduğunu belirttiği 20 bin boşanmış kadın gibi diğer “erkeksiz” kadınları sosyal destek programının kapsamı dışında bırakıyor (Özar vd. 2011).

Burada sosyal desteğin sadece dul kadınlara veriliyor olmasının arkasındaki zihniyeti tartışmaya açmayı önemli buluyoruz. Dullar, kategorik yoksulluk içinde korunmaya muhtaç ve korunmayı hak edenler olarak sınıflandırılıyor çünkü “evin erkeği” ölmüş olsa da bir anlamda “aile” var olmaya devam ediyor. Oysa, boşanmışlar, yani aile normunun iradi olarak dışına çıkanlar, kamu politikası tarafından yok sayılarak cezalandırılıyorlar. Kamuda boşanmış kadınların durumlarını kamu politikası eliyle düzeltmenin boşanmaları teşvik edeceği korkusu hakim. Özetle, boşanan, dul kalan, terk edilen/eşini terk eden, eşi cezaevine giren, yani birlikte oldukları erkekler bir biçimde yaşamlarından çıkan kadınların bu yazıda betimlemeye çalıştığımız durumu, Türkiye’de kamunun zihniyeti, toplumsal değer yargıları ve piyasanın birbiriyle iç içe geçmiş biçimde, kadınlara karşı ayrımcı ve eşitsiz tutumu yeniden ürettiğini, desteklediğini ve pekiştirdiğini gösteriyor.

KAYNAKÇA

Chant, S. (2003) “Female Household Headship and the Feminisation of Poverty: Facts, Fictions and Forward Strategies”, New Working Paper Series 9, Londra: LSE Gender Institute.

EUROSTAT (2010) Marriage and Divorce Statistics (Evlilik ve Boşanma İstatistikleri).Online erişim (14.07.2011): http://epp.eurostat.ec.europa.eu/statistics_explained/index.php?title=File:Crude_divorce_rate_%281%29_%28per_1%A0000_inhabitants%29.png&filetimestamp=20110303071301

Goldberg, G. S. ve Kremen, E. (1990) The Feminization of Poverty: Only in America? New York: Praeger.

Gökovalı, Ü. ve Danışman-Işık, A. (2010) “Feminization of Poverty: Does it Really Exist in Turkey”, New Perspectives on Turkey, 42, 179-201.

Günçavdı, Ö. ve Selim, R. (2009) “Openness to Trade and the Poverty of Female-Headed Households in Turkey”, D. Basu (der.) Advances in Development Economics içinde (ss.187-210). Londra: World Scientific Publishing Co.

Orloff, A.S. (1993) “Gender and the Social Rights of Citizenship: The Comparative Analysis of Gender Relations and Welfare States”, American Sociological Review, 58(3), 303-328.

Ozar, S., Yakut-Cakar, B. , Yilmaz, V., Orhon, A. ve Gumus, P. (2011) Eşi esearch Project for the Development of a Cash Transfer Program for Widowed Women – Final Report. Ankara: SYDGM.

TÜİK (2006) Aile Yapısı Araştırması. Ankara: TÜİK.

TÜİK (2007) “2006 Zaman Kullanım Anketi Sonuçları”, Haber Bülteni, No: 119 (25 Temmuz).

TÜİK (2012) Hanehalkı İşgücü Anketi Veritabanı. www.tuik.gov.tr

[1] Kocaeli Üniversitesi, burcu.yakut@boun.edu.tr

[2] Boğaziçi Üniversitesi, ozar@boun.edu.tr

[3] Buradaki gözlemlerimiz, 18-65 yaş grubu kadınlar arasından Türkiye genelini temsili nitelikte 1220 boşanmış ve eşi vefat etmiş olan kadınla yapılmış olan bir anket çalışması ile 6 ilde boşanmış, dul kalmış, terkedilmiş ve eşi cezevinde olan kadınlarla yapılan derinlemesine görüşmelerden derlenen araştırma bulgularına dayanmaktadır.  Volkan Yılmaz, Aslı Orhon ve Pınar Gümüş ile birlikte tamamladığımız bu çalışmanın Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanmış araştırma raporuna http://www.spf.boun.edu.tr/content_files/SPF-SYDGM_NihaiRapor.pdf adresinden erişilebilir.

[4] Bu çerçeveyi oluştururken Ann Orloff’un kamu politikalarının kadının toplum içerisindeki yerini eşitsizliği giderici ya da pekiştirici nitelikte etkileyerek toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile halihazırda ilişki içerisinde olduğunu ifade eden yaklaşımı bize yol gösterici oldu (detaylar için bkz. Orloff,  Ann S. (1993) Gender and the Social Rights of Citizenship: The Comparative Analysis of Gender Relations and Welfare States, American Sociological Review, 58(3), 303-328). Orloff, bu ilişkilenmenin üç temel alan üzerinden gerçekleşmekte olduğunu belirtir, biz de çalışmanın teorik arkaplanını bu yaklaşım ışığında şekillendirdik.

[5] Milliyet, http://www.milliyet.com.tr/bir-gunde-3-kez-dayak-yiyen-kadin-polislerden-de-sikayetci-oldu/turkiye/sondakikaarsiv/13.09.2010/1278437/default.htm  (19 Ağustos 2010)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...